Stratejik Siyaset ve Dünya Gücü Olan Osmanlı Devleti

📅 02 Şubat 2025|02 Şubat 2025
Güncel
Stratejik Siyaset ve Dünya Gücü Olan Osmanlı Devleti

Konu Özeti

XV ve XVI. yüzyıllarda dünya gücü olan Osmanlılar, uyguladığı uzun vadeli stratejiyle Avrupa siyasetini ve ekonomisini belirleyen başlıca devletlerden biri haline gelmiştir. Venedikliler, Cenevizliler, İspanyollar, Macarlar ile mücadele etmişlerdir.

Bu konuda
  • Osmanlı Devleti'nin stratejik rakiplerini ve mücadelelerini
  • Osmanlı Devleti'nin uyguladığı dış politikaları
öğreneceksiniz.
Reklamsız Bikifi Mobil Uygulaması!

Osmanlı Devleti’nin XV ve XVI. Yüzyıllarda Stratejik Rakiplerine Karşı İzlediği Politikalar

Osmanlı Devleti’nin Venedik ve Ceneviz ile Münasebetleri

XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin deniz gücü karşısında İtalya merkezli iki stratejik rakibi bulunmuştur. Venedikliler, sahip olduğu gücü ve zenginliği Akdeniz ticaretinden; Cenevizliler ise Karadeniz ticaretinden sağlamıştır. Osmanlıların Mora ve Arnavutluk gibi yerleri almaları üzerine Venedikliler endişelenmiştir. Bu nedenle ticari ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen Venedik ve Cenevizliler, Osmanlılarla anlaşmak zorunda kalmıştır.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un Fethi’nden hemen sonra Galata’da ikamet eden Cenevizlilere, gümrük vergisi karşılığında ticaret ve din özgürlüğü tanımıştır. Osmanlı Devleti denizlerde hakimiyetini genişlettikçe Sakız, Limni, Amasra ve Kefe gibi bölgeler de Osmanlılara yıllık vergi ödemeye başlamıştır.

Başlangıçta Cenevizlilere bağlı siyasi varlıklarını sürdüren bu bölgeler, zamanla Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik arasında pek çok savaş gerçekleşmiş ve 15. yüzyılda Venedik’e kapitülasyon verilmiştir. Venedik, elde ettiği ayrıcalıklarla Akdeniz’deki nüfuzunu artırınca, Osmanlı deniz ticaretine zarar vermeye başlamıştır. Bu duruma karşılık olarak Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı gibi önemli yerler Osmanlılar tarafından fethedilmiştir. Venedik ile yeniden yapılan antlaşmalarla kapitülasyonlar sürdürülmüş ve ticari ilişkiler devam ettirilmiştir.

Osmanlı-İspanya Münasebetleri

Osmanlı Devleti’nin Batı’daki öteki rakipleri arasında İspanya, Portekiz ve Avusturya bulunmaktaydı. Osmanlılar ile İspanya, 16. yüzyılın başlarından başlayarak hem karada hem de denizde karşı karşıya gelmiştir. Her iki devlet de Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da nüfuz için mücadele vermiştir. İspanya, Akdeniz’de hakimiyet kurarak Doğu-Batı arasındaki ticareti ve kendisi açısından yaşamsal önem taşıyan buğday ticaretini denetlemek, ayrıca Kuzey Afrika kıyılarındaki üsleri üzerinden Sudan’ın altın kaynaklarına ulaşmak istemiştir.

Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’den batıya doğru genişlemesi ve Mısır’ı ele geçirmesi, iki tarafı da doğrudan karşı karşıya getirmiş; böylece Akdeniz’de yüzyıl boyunca sürecek bir çekişme başlamıştır. Osmanlı-İspanya ilişkilerinin temeli, II. Bayezid Dönemi’nde Endülüs’teki Müslümanların yardım talebine dayanmaktadır. Gırnata’nın düşmesi ve Müslümanlara reva görülen eziyetler, Osmanlı Devleti’nin İspanya’daki gelişmeleri yakından izleme nedeni olmuştur. İspanya’dan sürgün edilen Müslüman ve Yahudiler, Osmanlı topraklarına kabul edilmiştir. Ancak Cem Sultan Olayı’nın yarattığı sıkıntılar yüzünden zulüm gören Müslümanlara yeterince yardım sağlanamamıştır.

Yavuz Sultan Selim döneminde İspanya ile dostane bir çizgi korunmuşken, Kanuni Sultan Süleyman devrinde ilişkiler düşmanlığa dönüşmüştür. İspanya ve Almanya İmparatoru Şarlken, kendini Macar topraklarının koruyucusu olarak görmekteydi. Osmanlı Devleti, Macar Krallığı’nı ortadan kaldırınca Avusturya Hükümdarı Ferdinand ve Şarlken, Osmanlı’ya karşı mücadeleye girişmiş; ancak bekledikleri başarıyı elde edememişlerdir. Bu süreçte Osmanlı Devleti’nin Fransa’yla kurduğu yakın ilişki, Katolik Hristiyan birliğini bölmüş ve Haçlı ittifakını ciddi biçimde sarsmıştır.

16. yüzyılda Akdeniz, Osmanlı ve İspanya arasındaki rekabete sahne oldu. Bu iki güç, yüzyılın sonuna dek Akdeniz’in batısında ve Kuzey Afrika’da karşı karşıya geldi. Osmanlı donanmasının yönetimini Barbaros Hayrettin Paşa’nın üstlenmesiyle bölgede son derece etkili bir deniz politikası uygulanmaya başladı. Bu sayede Alman İmparatoru V. Karl (Şarlken) sadece karada değil, denizlerde de baskı altında tutuldu.

Akdeniz’de üstünlük kurmayı hedefleyen Osmanlı Devleti, 1538’de Haçlı İttifakı’yla karşı karşıya geldi. Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Andrea Doria yönetimindeki Haçlı donanmasını bozguna uğrattı. Bu başarı, Kuzey Afrika ve Akdeniz hakimiyetini Osmanlı’nın eline geçirirken, Preveze Deniz Zaferi de İspanya’nın Akdeniz’deki yayılmacı politikalarına ağır bir darbe indirdi.

Devamında, İspanyol ordusu Cerbe’de büyük bir yenilgi alarak Batı Akdeniz üzerindeki egemenliğini yitirdi. Cezayir ve Tunus Osmanlı topraklarına katılırken, Nice Fransa adına ele geçirildi. Doğu Akdeniz’de ise Kıbrıs’ı fetheden Osmanlı’ya karşı kurulan Haçlı donanması, İnebahtı’da Osmanlı donanmasını ateşe verdi. Öte yandan, İngiltere ile İspanya arasındaki çekişme sebebiyle Osmanlı Devleti, İspanya’ya karşı İngiliz dostluğunu güvence olarak görmüştür.

Özetle; Osmanlı-İspanya münasebetleri, büyük ölçüde Akdeniz’in kaderini tayin eden deniz hakimiyeti mücadelesi etrafında şekillenmiştir. 16. yüzyılda iki tarafın da güçlü donanmalara sahip olması, denizcilik teknolojilerini ve askeri stratejileri geliştirmiş; bu süreç, Avrupa ve Akdeniz tarihinde önemli izler bırakmıştır. Zamanla değişen uluslararası konjonktür, bu iki imparatorluğun da enerjilerini farklı alanlara kaydırmasına neden olmuş, aralarındaki sert rekabet yerini daha sınırlı temas ve diplomatik ilişkilerin öne çıktığı bir döneme bırakmıştır.

Böylece Osmanlı-İspanya ilişkileri, hem çatışmacı hem de zaman zaman dolaylı ittifaklar ve ticari bağlar içeren çok yönlü bir yapı arz etmiştir. Özellikle Akdeniz dünyasının kültürel, siyasi ve ekonomik dokusunu derinden etkilemiş; denizcilik, korsanlık, diplomasi ve teknoloji alanlarında belirleyici rol oynamıştır.

Osmanlı-Avusturya Münasebetleri

Osmanlı-Avusturya ilişkileri, özellikle 16. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyıla kadar uzanan, uzun ve çok yönlü bir mücadele sürecini kapsar. Bu ilişkilerde hem geniş çaplı askeri çatışmalar hem de önemli diplomatik antlaşmalar yaşanmıştır. Avusturya (Habsburg Hanedanı), Osmanlı Devleti’nin Batı’daki en önemli rakiplerinden biri olarak öne çıkmış; iki devlet arasında Avrupa’nın siyasi ve askeri dengelerini şekillendiren olaylar meydana gelmiştir.

Osmanlı Devleti, İspanya karşısındaki zaferlerinin ardından Avusturya mücadelesine yönelmiştir. Avusturya, Osmanlıların Rumeli’ye geçişinden (1353) II. Kosova Savaşı’na (1448) dek Haçlı ordularına yalnızca asker desteği sağlamıştır. Ancak Osmanlı fetihlerinin Macaristan sınırına dayanması ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Macaristan Krallığı’nın ortadan kaldırılması, Osmanlı-Avusturya ilişkilerinde derin bir çatışmaya yol açmıştır.

Macar Kralı’nın ölümü üzerine, Avusturya hükümdarı akrabalık bağları gerekçesiyle Macaristan üzerinde hak iddia etti. Bu gelişme, Osmanlı-Avusturya savaşlarının başlamasına yol açtı. Osmanlı Devleti’nin temel hedefi, Habsburg hanedanının Macaristan üzerindeki isteklerini tamamen ortadan kaldırmaktı. 1529’da başlayan çatışmalar Osmanlı üstünlüğüyle sonuçlandı. Ardından 1533’te imzalanan İstanbul Antlaşması’yla Habsburglar, Osmanlı Devleti’nin üstünlüğünü resmen kabul etti ve ellerinde tuttukları Macar toprakları için vergi ödemeye başladılar.

Bu süreçte, Avusturya’yı sürekli kışkırtan Alman İmparatoru Şarlken üzerine büyük bir sefer düzenlendi. Bu seferin amacı, toprak kazanmak yerine Şarlken’e gözdağı vererek Macaristan üzerindeki Osmanlı hâkimiyetini pekiştirmekti. Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldaki savaşlarda Avusturya’ya kıyasla daha güçlü konumda olmasına rağmen Haçlı ordusu ile yapılan çatışmalarda kesin bir sonuç sağlanamadı. Ayrıca Osmanlı, kuzeydeki nüfuzunu artırma çabası kapsamında vergisini ödemeyen Boğdan’a sefer düzenledi ve bu bölgeyi kendine bağladı.

Özetle; Osmanlı-Avusturya münasebetleri, 16. yüzyıldaki büyük askeri çekişmelerden başlayıp 20. yüzyılda I. Dünya Savaşı’ndaki müttefikliğe uzanan çok katmanlı bir süreçtir. İlk dönemlerde Macaristan ve Orta Avrupa üzerindeki egemenlik mücadelesi, iki imparatorluğu sık sık karşı karşıya getirmiştir. Zaman içinde Avusturya’nın güçlenmesi ve Osmanlı Devleti’nin zayıflaması, savaşların seyrini Avusturya lehine çevirse de son noktada her iki devlet de 20. yüzyılın büyük sarsıntılarının ardından tarih sahnesinden imparatorluk olarak çekilmiştir.

Osmanlı-Portekiz Münasebetleri

Preveze Deniz Savaşı’nda (28 Eylül 1538) Haçlı donanmasını mağlup eden Osmanlı Devleti, bu başarının ardından Hint Okyanusu’na da seferler düzenlemiştir. Çünkü Portekizlilerin, yeni keşfedilen deniz yolu üzerinden Hindistan’daki baharat kaynaklarına ulaşması, Akdeniz ticaret hattını olumsuz etkilemiş ve Osmanlı Devleti’ni Portekiz’e karşı harekete geçmeye sevk etmiştir.

Portekizlilerin, Gücerat ile Kalküta’daki Müslüman topluluklara büyük zarar vermesi ve kutsal toprakları tehdit etmesi, Osmanlı Devleti’nin Portekiz kuvvetlerine karşı birçok askeri harekat yapmasına yol açmıştır. Bu seferlerin amacı, Portekizlileri Hint Okyanusu ve Kızıldeniz’den uzaklaştırarak geleneksel ticaret yolunun önemini yeniden artırmaktı. Portekiz’e karşı yürütülen bu seferler tam anlamıyla başarıya ulaşamasa da Baharat Yolu canlanmış, Portekizliler bölgedeki tehdit algısı nedeniyle eskisi kadar rahat hareket edememiştir. Böylece kutsal yerler de önemli ölçüde Portekiz baskısından kurtarılmıştır.

Özetle; Osmanlı-Portekiz Münasebetleri, 16. yüzyıl başlarından itibaren Baharat Yolu ve Hint Okyanusu’nun kontrolü noktasında keskin bir rekabete dayanır. Her iki devlet de Kızıldeniz, Aden, Basra Körfezi ve Doğu Afrika gibi stratejik bölgelerde kalıcı hakimiyet kurmak için mücadele etmiştir. Osmanlı, karada ve kıyılarda güçlü nüfuz sağlarken; Portekiz, okyanus tecrübesi ve gelişmiş denizcilik teknolojisi sayesinde deniz yollarında etkinliğini sürdürmüştür. Zamanla, Avrupa’daki jeopolitik değişimler ve yeni denizci güçlerin yükselişi, Osmanlı-Portekiz ilişkilerini başka bir boyuta taşımış ve doğrudan savaşlar yerine diplomatik ve ticari rekabete bırakmıştır.

Osmanlı-Safevi Münasebetleri

Osmanlı Devleti, doğuda Safeviler ve güneyde Memlüklere karşı mücadele vermiştir. Safevilerle olan ilişkiler, II. Bayezid Dönemi’nde başlamıştır. Devletin kurucusu Şah İsmail, güçlü bir orduyu ancak Anadolu’daki Türkmenleri yanına çekerek kurabileceğini düşünüyordu. Bu amaçla yürüttüğü faaliyetler sonucunda, Osmanlı topraklarından Safevi Devleti’ne doğru göçler yaşanmaya başladı. II. Bayezid, bu göçleri engellemeye çalışırken Şah İsmail tüm Horasan’ı ele geçirdi. Artan gücü sayesinde de en büyük rakibi olarak Osmanlı Devleti’ni görmeye başladı.

Osmanlı Devleti resmi mezhep olarak Sünniliği, Safeviler ise Şiiliği benimsiyordu. Mezhep ayrılığının yanı sıra bölgesel üstünlük yarışı da Osmanlı-Safevi çekişmesinin nedeniydi. Safeviler, Şiilik propagandasıyla Anadolu’da kendilerine taraftar kazanarak bu kişileri Osmanlı Devleti’ne karşı isyana kışkırttı. Bu gelişme, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde Osmanlı-Safevi savaşlarını başlatan temel sebep oldu.

Yavuz Sultan Selim, Safevilerin Anadolu’daki Şiilik propagandasına karşı çeşitli önlemler aldı. Avrupa devletleriyle antlaşmalarını yenilerken, doğusundaki Müslüman devletlerden de destek almaya çalıştı. Ayrıca ekonomik tedbirler çerçevesinde, Safevi topraklarına giden tüccarlar sıkı denetime tabi tutuldu.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde de Osmanlı-Safevi çatışmaları devam etti. Kanuni’nin düzenlediği seferlerde Safevilere üstünlük sağlansa da İran coğrafyasının zorlu şartları nedeniyle Safevi Devleti’nin tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmadı. 1555’te başlayan barış dönemi, 1578’de savaşın tekrar patlak vermesiyle sona erdi. 1578-1590 arasındaki çarpışmalar, 1590 yılında imzalanan Ferhat Paşa Antlaşması’yla noktalandı.

Özetle; Osmanlı-Safevi Münasebetleri, 16. ve 17. yüzyıllarda askeri çatışmalar, mezhebi rekabet ve stratejik çıkar mücadelesi çerçevesinde şekillenmiştir. Çaldıran Muharebesi’nden (1514) Kasr-ı Şirin Antlaşması’na (1639) dek uzanan uzun soluklu rekabet, bölgede kalıcı izler bırakmıştır:

  1. Devlet Sınırları: Doğu Anadolu, Irak ve Azerbaycan’daki sınırlar, yüzyıllar boyunca Osmanlı-Safevi savaşlarının ana sahnesi olmuştur.
  2. Mezhep Ayrışması: Sünni Osmanlı ve Şii Safevi rekabeti, Anadolu, Irak ve İran toplumlarında siyasal ve kültürel etkiler yaratmış; bölgedeki mezhep kimliklerini belirginleştirmiştir.
  3. Barış Dönemleri ve Antlaşmalar: Amasya (1555), Ferhat Paşa (1590), Nasuh Paşa (1612), Serav (1618) ve nihayetinde Kasr-ı Şirin (1639) antlaşmaları, iki devlet arasında barış arayışının örnekleridir.
  4. Uzun Vadeli Etki: Safevi Devleti, 18. yüzyıl başlarında yerini Afşar, Zend, Kaçar gibi hanedanlara bıraksa da Osmanlı ile İran arasındaki “mezhep tabanlı” rekabet ve Doğu sınırındaki stratejik denge uzun süre devam etmiştir.

Böylece Osmanlı-Safevi ilişkileri, Orta Doğu ve Kafkasya coğrafyasının siyasi ve mezhebi haritasını derinden şekillendiren, yaklaşık iki yüzyıl süren ve farklı antlaşmalarla dönem dönem barışın tesis edildiği büyük bir mücadele dönemi olarak tarihteki yerini almıştır.

Osmanlı-Memlük Münasebetleri

Batıda büyük zaferler kazanan Osmanlı Devleti, doğuda ise Memlük nüfuzu altındaki Karamanoğulları, Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları Beylikleri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmış; bu durum iki devlet arasındaki ilişkileri gerilime sürüklemiştir. Ayrıca halifelik makamını elinde tutan Memlük Devleti’nin kendini İslam dünyasının lideri sayması ve Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz’de söz sahibi olma isteği de çatışmayı hızlandıran faktörler olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki üstünlüğünü sürdürebilmesi için Suriye’yi ele geçirmesi gerekiyordu; ancak bu bölge Memlük hakimiyeti altındaydı.

Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferi dönüşünde Dulkadiroğulları Beyliği’ni ortadan kaldırmıştır. Aynı dönemde, Coğrafî Keşifler sonucu Mısır limanlarının cazibesini yitirmesi Memlük ekonomisini zayıflatmış; bu gelişme, Yavuz Sultan Selim’i Mısır Seferi’ne çıkmaya sevk etmiştir. Sonuçta, 1516 ve 1517 yıllarında düzenlenen Suriye ve Mısır seferleriyle Memlük Devleti tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Özetle; Osmanlı-Memlük Münasebetleri, başlangıçta sınır çatışmaları, nüfuz rekabeti ve ticaret yolları üzerindeki çekişmeyle şekillenmiş; Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde ise Suriye ve Mısır’ın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle sonuçlanmıştır. Bu fetihler, İslam dünyasının önemli merkezlerini Osmanlı yönetimine bağlayarak devleti bir cihan imparatorluğu haline getirmiştir. Ayrıca Halifeliğin Osmanlılara geçmesi, padişahların İslam alemindeki meşruiyetini güçlendirmiş ve sonraki yüzyıllarda yürüttükleri siyasetlerde önemli bir etken olmuştur.

Batının Türk Algısı

İstanbul’un Fethi sonrasında Batı dünyasında, Türkler ve Müslümanlar aleyhinde pek çok söylenti yayılmıştır. Hristiyan Batı alemi için İstanbul’un elden çıkması, Balkanlar ve Akdeniz’deki Türk varlığının karşı konulamaz boyutlara ulaşması anlamına geliyordu. Balkanlar üzerinden Avrupa’nın içlerine kadar ilerleyen Türkler, bu bölgelerde “Türk düşmanlığı”nın doğmasına yol açtı.

Öte yandan Türklerin İslam inancına sahip olması, Hristiyan Avrupa devletleri nezdinde İslam’a karşı da olumsuz duyguların beslenmesine neden olmuştur. Bu tepkinin geçmişi aslında Kavimler Göçü yıllarına kadar uzanmaktadır. Attila’nın Avrupa’da hakimiyet kurmasıyla zirve noktasına çıkan korku, onun “Tanrı’nın Kırbacı” olarak anılmasıyla da pekişmişti. Zamanla Attila korkusu belleklerden silinmeye yüz tutarken, Müslüman Türklerin Avrupa içlerine kadar yaptığı fetihler Avrupalılarda yeni bir panik dalgası yarattı. Ayrıca İspanya’da hüküm süren Endülüs Emevi Devleti de Avrupa toplumlarının İslamiyet’e yönelik önyargılarını pekiştiren bir başka etken oldu.

Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinin ardından Anadolu’yu yurt edinmeleri, Hristiyanların kutsal topraklara giderken Anadolu’da Türklerle karşılaşmaları, Türklerin önce Balkanlarda ardından İstanbul’da ve nihayet Viyana kapılarına kadar uzanan başarıları “Türk korkusu”nu —ya da “Türk saplantısı”nı— yeniden canlandırdı. Bu nedenle Batı’da Türkleri daha yakından tanıma isteği doğdu; pek çok devlet görevlisi, seyyah, tüccar ve bilim insanı Osmanlı ülkesine giderek gözlem ve incelemeler yaptı. Böylece Türkler ve İslamiyet hakkında pek çok eser kaleme alındı. Bu eserler, Avrupa’da “Türklerle ilgili eser” dalgasının başlamasına ve oryantalizm akımının ortaya çıkışına da zemin hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin Avrupa Devletlerine Karşı Uyguladığı Dini ve Siyasi Politikalar

Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren farklı dini ve etnik toplulukları bir arada yönetme tecrübesine sahip bir devlet olarak öne çıkmıştır. Avrupa devletleri ile olan ilişkilerinde de din ve siyaset iç içe geçmiş, Osmanlı’nın hem kendi hakimiyetini sürdürmek hem de rakiplerini zayıflatmak amacıyla yürüttüğü çeşitli politikalar görülmüştür.

Osmanlı Beyliği’nin ilk dönemlerinde Balkanlar başta olmak üzere Hristiyan topraklarına doğru genişleme, “gaza” anlayışıyla meşrulaştırılmıştır. Bu anlayış, Osmanlı hükümdarlarının İslam dünyasında itibar kazanmasına ve Anadolu’daki Türk beylikleri ile diğer Müslüman topluluklardan da destek görmesine yol açmıştır. Osmanlı padişahları, kendilerini İslam’ın hamisi olarak görmüş; Avrupa’ya karşı düzenlenen seferleri “cihat” olarak nitelemişlerdir. Bu, özellikle Balkan topraklarında meşruiyet sağlamada etkili bir araç olmuştur.

Osmanlılar, özellikle Balkan fetihleri sırasında yerel halkın din ve geleneklerine dokunmamaya, kilise örgütlenmelerini (Ortodoks, Katolik vb.) büyük ölçüde korumaya özen göstermiştir. Bu hoşgörü politikası, yeni fethedilen bölgelerde isyan riskini azaltmış ve yerel halkın Osmanlı idaresini nispeten daha kabul edilebilir bulmasına neden olmuştur. Özellikle İstanbul’un Fethi sonrasında Rum Ortodoks Patriği’nin konumu muhafaza edilmiş, diğer cemaatlerin (Ermeni, Yahudi vb.) de kendi dini liderleriyle özerk yönetimler kurmasına izin verilmiştir. Bu yaklaşım, Avrupa devletlerine karşı Osmanlı’nın “daha hoşgörülü” olduğu imajını pekiştirmiştir.

Fatih Sultan Mehmed, uzun vadeli stratejik çıkarlarını göz önünde bulundurarak Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesini engellemeyi amaçlamış; bu doğrultuda birleşme düşüncesine karşı çıkan, Gennadius unvanıyla bilinen Georgios Scholarius’u Ortodoksların yeni patriği olarak tayin etmiştir. Daha sonra patrik, padişahın davetiyle sarayda ağırlanmış ve kendisine resmi yetkilerini belirleyen bir berat sunulmuştur.

📎Berat= Osmanlı Devleti’nde bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğuna denir.

16. yüzyılda Avrupa’da Protestan Reformu ile başlayan dini bölünme, Osmanlı Devleti için önemli bir fırsattı. Katolik Habsburglar ile Protestan devletler arasındaki çekişmede Osmanlı, Protestanları destekleyerek Habsburg gücünü zayıflatmaya çalışmıştır. Balkanlarda yaşayan Ortodoks toplulukların, Katolik Habsburglar veya Venedik’ten gördüğü baskılar Osmanlı’ya avantaj sağlamış; Osmanlı yönetiminin “dini hoşgörüsü” bu toplulukların gönlünü kazanmada etkili olmuştur.

Osmanlı’ya Rakip Avrupa Monarşileri

Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren hem Balkanlar’da hem de Akdeniz’de hızlı bir genişleme sürecine girmiş; kısa sürede büyük bir toprak parçasını denetimi altına alarak Avrupa siyasi dengelerinde belirleyici bir güç haline gelmiştir. Bu durum, dönemin güçlü Avrupa monarşileriyle Osmanlı Devleti arasında uzun soluklu bir rekabete yol açmıştır.

İngiltere

16. yüzyılda İngiltere’nin dünyaya açılmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’yle ticari bağlar güç kazandı. İngiliz gemileri doğrudan Osmanlı limanlarına uğrayarak alışveriş yapmaya başladı. 1553 yılında, Kanuni Sultan Süleyman Nahçıvan Seferi için Halep’te bulunurken İngiliz tüccar Antony Jenkinson, Osmanlı limanlarında vergi ödemeden ticaret yapma ayrıcalığı sağlayan özel bir izin aldı. Ancak Jenkinson, aynı dönemde Rus Çarı’ndan daha kapsamlı güvenceler elde ettiği için ticari faaliyetlerini Rusya üzerinden genişletmeyi tercih etti ve bu izni kullanmadı.

İngiliz tüccarları, 16. yüzyılın sonuna doğru Osmanlı topraklarında yeniden faaliyetlerine başladı. Bunun temel nedeni, Fransa’daki din savaşlarıyla Hollanda-İspanya, Osmanlı-İspanya ve İspanya-Portekiz arasındaki çatışmaların Akdeniz ekonomisini sarsması ve diğer Avrupa devletlerinin bölgeden çekilmesiydi. Bu gelişme, İngiliz tüccarların önüne önemli bir fırsat çıkardı ve onlar da daha önce Fransızlar ve Venediklilere tanınan ticari kapitülasyonlardan yararlanmaya başladılar.

Öte yandan, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da gelişen Protestan hareketine sıcak bakması ve İspanya’ya karşı bir sefer düzenleme düşüncesi, Osmanlı-İngiliz yakınlaşmasını hızlandırdı. İngiltere, Avrupa’daki nüfuzunu koruyabilmek için Osmanlı ile iyi ilişkilere ihtiyaç duyuyordu. Osmanlı Devleti ise Hint Okyanusu’nda Portekiz sömürgeleri üzerinden faaliyet gösteren İspanya’ya ve Avrupa’daki Katolik bloka karşı Protestan İngiltere’nin desteğini önemli bir koz olarak görüyordu.

Avusturya (Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu)

1526 Mohaç Muharebesi’nde Macar Krallığı’nı bozguna uğratan Osmanlılar, Macar topraklarının büyük kısmını ele geçirdi ve Avusturya ile doğrudan sınır komşusu haline geldi. Bu durum, iki devlet arasında 16. yüzyıl boyunca sürecek olan askeri ve diplomatik çekişmeyi başlattı.

1529 ve 1683 Viyana Kuşatmaları, Osmanlı-Habsburg rekabetinin sembolik noktalarını oluşturur. Özellikle 1683 II. Viyana Kuşatması, Osmanlı’nın Avrupa içlerindeki ilerleyişinin durduğu ve gerileme sürecinin başladığı olaylardan biri olarak kabul edilir.

1533 İstanbul Antlaşması, 1606 Zitvatorok Antlaşması ve 1699 Karlofça Antlaşması gibi metinler, Osmanlı-Habsburg çekişmesinin kırılma noktalarını oluşturmuş ve Avrupa’nın siyasi haritasını etkilemiştir.

İspanya (Habsburg İspanyası)

İspanya, 16. yüzyılda Akdeniz ve Kuzey Afrika kıyılarında Osmanlı’nın en önemli rakibi haline geldi. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde Barbaros Hayrettin Paşa gibi güçlü kaptanlar, İspanya’nın denizlerdeki gücüne karşı Osmanlı’nın çıkarlarını korudu.

İspanya Kralı ve Kutsal Roma-Cermen İmparatoru olan Şarlken (V. Karl), hem Orta Avrupa’da hem de Batı Akdeniz’de Osmanlı’nın karşısına çıkan en önemli Habsburg hükümdarlarından biriydi.

Preveze Deniz Zaferi (1538) ve Cerbe Zaferi (1560), Osmanlı donanmasının Akdeniz’de üstünlük kurduğu dönüm noktaları sayılır. Bu başarılar, İspanya’nın Akdeniz’deki genişlemesini sınırlayan en önemli etkenler arasında yer alır.

Afrika’da Osmanlı Nüfuzu

Osmanlı Devleti Afrika’daki Müslümanların himaye edilmesini de önemsemiştir. 1492’de İspanyol birliği gerçekleşmiş ve Endülüs’teki Beni Ahmer Devleti yıkılmıştır. Burada yaşayan insanlar korumasız kalmaları üzerine İspanya Krallığı, Hristiyanlığı kabul etmeyen Müslüman ve Yahudilerin İspanya’yı terk etmeleri için işkence uygulamıştır. Bu nedenle buradaki Müslümanlar, Kuzey Afrika’ya Osmanlı gemileriyle göç ettirilmiş ve buradaki Yahudiler de İstanbul’a nakledilmiştir. Oruç ve Hızır Reis, Cezayir’de üs kurarak İspanyol istilasına karşı başarılı bir mücadeleye girişmiştir. Kanuni Dönemi’nde, Barbaros Hayrettin Paşa’nın Kaptanı deryalığa getirilmesiyle Osmanlı-İspanya mücadelesi, Batı Akdeniz ve Kuzey Afrika’da yoğunlaşmıştır. Portekizlilerin Batı Hint Okyanusu adaları ve Doğu Afrika kıyılarındaki Müslümanlara uyguladığı zulümlere Mısır’ın fethedilmesiyle son verilmiştir.

Doğu Ticaret Yolları

Osmanlı Devleti, halkın refahını artırmak amacıyla yol, köprü, han ve kervansaraylar inşa ederek ticaret yollarının güvenliğini sağlamaya ve tüccarları korumaya önem vermiştir. Bu amaçla büyük kentler arasında yol ağları kurmaya, yeni ticaret güzergâhlarına hakim olmaya çalışmıştır. Özellikle Anadolu’da Türk siyasal birliğini sağlaması, devletin ticaret yollarındaki denetimini de güçlendirmiştir.

I. Murat ve I. Bayezid dönemlerinde İpek Yolu’nun kontrolü için Bursa-Tebriz yolu üzerindeki yerler ele geçirilmiştir. Böylece Batı Anadolu’dan İran’ın önemli ticaret merkezlerine uzanan güzergahlar Osmanlı’nın kontrolüne girmiştir. Bu fetihler, Osmanlı ile Timur arasındaki mücadelenin de zeminini hazırlamış, 1402 Ankara Savaşı’ndaki yenilgi doğu ticaret yollarının ele geçirilmesini geciktirmiştir.

II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet), İstanbul’un Fethi’nden sonra Akdeniz ve Karadeniz arasındaki ticarete egemen olmayı hedeflemiştir. Mora, Sırbistan ve Arnavutluk’u, ardından Karadeniz’deki Amasra, Sinop, Trabzon, Kefe, Suğdak ve Kırım’ı fethetmiştir. Doğu Akdeniz’de İmroz, Semadirek, Limni ve Midilli gibi adaları alarak bu bölgenin ticaretini de kontrol altına almıştır.

II. Bayezid döneminde Kili ve Akkirman’ın 1484’te alınmasıyla Karadeniz tamamen Türk gölü hâline gelmiştir. Ardından Akdeniz’e yönelen Osmanlı Devleti, İnebahtı, Modon, Koron ve Navarin’i alarak Venedik ve Ceneviz varlığına son vermiştir. Böylece Osmanlı, geniş bir coğrafyada ticaret yollarını kendi gücü altında toplamayı başarmıştır.

Portekizlilerin 1501’den itibaren Ümit Burnu’nu kullanarak Baharat Yolu’nu denetleme girişimi, Osmanlı, Memlük, Venedik ve Ceneviz devletlerinin ticaretini tehdit etti. Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethederek Doğu Akdeniz ticaret yolunu güvence altına aldı ve Portekizlilerin Kızıldeniz’e girmesini engelledi.

Kanuni Sultan Süleyman, Irakeyn Seferi (1533-1535) ile Tebriz ve Bağdat’ı ele geçirerek Basra-Bağdat-Halep hattını kontrol altına aldı. Hint Deniz Seferleri’yle Portekiz’i Hint Okyanusu’nda sınırlandırırken Kızıldeniz’i de rakip tüccarlara kapattı. 1571’de Kıbrıs’ın fethiyle Doğu Akdeniz ticareti büyük ölçüde Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlılar, Don-Volga Kanal Projesi ile Asya içlerinden gelen ticareti de ele geçirmek istedi. 17. yüzyılda ise Akdeniz ve Karadeniz ticaret yollarını büyük oranda denetim altına aldılar.

Kapitülasyonlar

📎 Kapitülasyon; Hristiyan devletlere dostluk ve sadakat sözü vermeleri şartıyla Osmanlı Devleti’nde ticari faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla verilen imtiyazlardır.

Fransa’nın İtalya savaşları sonunda Almanya’ya yenilmesi, Mohaç seferi öncesi Fransa kralı Fransuva’nın annesinin Kanuni’den yardım istemesi ve Fransa’nın Şarlken’e karşı Osmanlı’ya yanaşması ile Osmanlı Fransa dostluğu başlamıştır. Böylece Avrupa’da Hristiyan birliği bozulmuştur.

Osmanlı Devleti, bu dostluk sayesinde Avrupa ile ticari ilişkilerini artırmak istemiş ve Fransa’ya imtiyazlar vermiştir. Bu imtiyazlara Fransızlar kapitülasyon, Osmanlı ise “Aht-i Atika” veya İmtiyaz-ı Mahsusa demiştir. Bu kapitülasyonlar 17 maddeden oluşmuştur.

Fransızlara tanınan imtiyazlar;

  • Her iki gemileri karşılıklı olarak ticaret yapabilecektir.
  • Fransız tüccarlardan daha az vergi alınacaktır.
  • Fransız tüccarlar arasındaki uyuşmazlıklara Fransız yargıç bakacaktır.
  • Osmanlı Devleti’nde ölen Fransız tüccarların malları Fransa’daki varislerine verilecektir.
  • Osmanlı Devleti’ndeki tüccarlar da bu haklardan aynı şekilde faydalanacaktır.

Osmanlı Devleti’nin kapitülasyon verme nedenleri;

  • Akdeniz ticaretini canlandırmak,
  • Hristiyan birliğini bozmak,
  • Osmanlı gemilerinin Fransa limanlarından faydalanmasını sağlamaktır.

Kapitülasyonlar verildiği dönem için çok faydalı olmuştur. Osmanlı gümrük gelirleri artmıştır. Fransa Avrupa birliğinden koparılmıştır. Fakat Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde kapitülasyonlar zararlı olmuştur. Kapitülasyonlar Akdeniz ticaretini canlandırmıştır.

Osmanlı Devleti’nin kapitülasyon siyaseti iki döneme ayrılmıştır. Birinci dönem; 1352’de Ceneviz Cumhuriyeti’ne tanınan ilk kapitülasyonlardan Mısır’ın fethine kadar uzanan dönemi kapsamaktadır. Kapitülasyon siyasetinin ikinci dönemi ise Mısır’ın fethiyle başlamıştır. Birinci dönemde Osmanlıların Avrupa’yla olan ticaretin büyük bölümünü Cenevizliler ve Venedikliler yapmaktadır. Venediklilere de 1384 ile 1387 yılları arasında kapitülasyonlar tanınmıştır. İkinci dönemde Suriye ve Mısır’ın fethiyle kapitülasyonların değeri çok artmıştır. İngiltere’ye 1580’de kapitülasyonlar tanınmıştır. Doğu Akdeniz’de İngiliz bayrağı altında ticaret yapan ve İspanya ile mücadele eden Hollandalılara ise 1612’de ticari imtiyazlar verilmiştir.

Bu yazıda bulunan terimler ayrıca anlatılmamıştır. Bu yazıdaki bir terimin ayrıca anlatılmasını istiyorsanız aşağıdaki yorum kısmından bize ulaşabilirsiniz.
Sistememizde bu yazıda bahsi geçen kişilere ait bir biyografi bulunamamıştır.
Benzer İçerikler
Osmanlı Devleti’ne Yönelik Tehditler
Tarih

Osmanlı Devleti’ne Yönelik Tehditler

İçeriğe Git>
Uzun Savaşlardan Diplomasiye
Tarih

Uzun Savaşlardan Diplomasiye

İçeriğe Git>
Dünyanın Muhteşem Gücü Osmanlı
Tarih

Dünyanın Muhteşem Gücü Osmanlı

İçeriğe Git>
I. Dünya Savaşı Sürecinde Osmanlı Devleti
Tarih

I. Dünya Savaşı Sürecinde Osmanlı Devleti

İçeriğe Git>
İhtilaller Çağı
Tarih

İhtilaller Çağı

İçeriğe Git>
Fetihlerden Savunmaya
Tarih

Fetihlerden Savunmaya

İçeriğe Git>
Copyright © 2025 Bikifi
Star Logo
tiktok Logo
Pinterest Logo
Instagram Logo
Twitter Logo