Siyaset felsefesi, toplumların nasıl örgütlendiği, yönetilmesi gerektiği, devletin doğası, adalet, özgürlük, eşitlik, haklar ve yurttaşlık gibi kavramların anlamı ve önemi üzerine derinlemesine düşünen bir felsefe dalıdır. Bu alanda yapılan çalışmalar, ideal toplum düzenlerini, siyasi otoritenin meşruiyetini, bireylerin devlete ve birbirlerine karşı sorumluluklarını ve siyasi sistemlerin etik temellerini inceler.
Siyaset Felsefesinin Konusu ve Problemleri
İnsanların bir arada yaşama zorunluluğu, toplumsal yapıların nasıl düzenlenmesi gerektiğiyle ilgili bazı temel sorunları da beraberinde getirir. Bu, kimi zaman kimin lider olacağı, otoritenin nasıl dağıtılacağı, yasa koyucunun doğası ve hedefleri gibi konuları gündeme getirir. İşte bu aşamada siyaset kavramının önemi ortaya çıkar.
Siyaset; belirli bir coğrafi alanda bulunan bireylerin birlikte nasıl yaşayacaklarına dair kurdukları yapılar, kullandıkları araçlar ve izledikleri süreçlerin toplamıdır. Esasen, siyaset bir yönlendirme ve idare olgusunu ifade eder. Bireyin toplumla, bireyin devletle olan ilişkisi, devletin organizasyonu, güç dağılımı, yönetim biçimi, adalet anlayışı, eşitlik ilkesi, bireysel özgürlükler ve ideolojik yaklaşımlar, toplumsal yaşantımızı şekillendiren ve siyasetin kapsamına giren unsurlardır.
Siyaset; siyaset bilimi ile sosyal bilimlerin, siyaset felsefesi ile de felsefenin odak noktasında yer alır. Bu sayede hem teorik hem de pratik bir boyut kazanır. Siyaset, toplumsal yaşamın geleceğini şekillendirme ve temel ilkelerini kavrama noktasında felsefi bir boyuta sahipken, gerçek dünyadaki somut sorunları ele alma ve anlama açısından bilimsel bir perspektife sahiptir. Ancak, siyaset bilimi ile siyaset felsefesi arasında net bir ayrım yapmak mümkün değildir.
Siyaset bilimi, toplumsal gerçeklikleri analiz ederken siyaset felsefesinin derinlemesine incelemelerinden yararlanır. Öte yandan siyaset felsefesi, toplumun pratik yaşamından hareketle siyasi yapıyı tanımlama amacı güder. Her iki alan birbirini tamamlar; biri diğeri olmadan tam anlamıyla işlevsel olamaz.
Siyaset felsefesi, siyasetin ele aldığı tüm konularda derinlemesine bir araştırma yapmayı amaçlar. Siyasetin temel yapı taşlarını, iktidarın ve egemenliğin kaynaklarını anlamaya çalışırken, aynı zamanda çözüm yolları da önerir. Tarih boyunca filozoflar, en iyi yönetim biçiminin ne olabileceği üzerine düşünceler geliştirmiştir. Bu düşünceler sayesinde ideal devlet, toplum ve birey kavramları şekillenmiştir.
✨Siyaset felsefesinin temel soruları;
- Hak, adalet ve özgürlük nedir?
- İktidar kaynağını nerenden alır?
- Meşruiyetin ölçütü nedir?
- İdeal bir devlet düzeni nasıl olmalıdır?
Hak, Adalet, Özgürlük
Hak, adalet ve özgürlük siyaset felsefesinin merkezinde yer alan kavramlardır. Toplumsal düzenin huzur ve refahı, bu kavramların toplumda ne derece sağlandığına doğrudan bağlıdır.
Hak, hukuki düzenin bireylere tanıdığı ayrıcalıklar ve korumalar olarak tanımlanır. Bu tanımlama, hak kavramını iki temel bağlamda ele almayı gerektirir. İlk olarak, bireyin yasalar tarafından kısıtlanmadığı ve özgürce yapabileceği eylemleri ifade eder. Örneğin hukukun tanıdığı bireysel özgürlükler bu kapsama girer. İkincisi bireylerin diğer kişilerden, topluluklardan veya devletten talep edebileceği ve bekleyebileceği haklardır. Örneğin, vergisini ödeyen bir vatandaşın devletten belirli hizmetleri alma beklentisi bir haktır. Modern dünyada haklar genellikle kişisel, toplumsal-ekonomik ve siyasal olarak üç kategoriye ayrılır.
- Kişisel haklar; bireyi toplum ve devlete karşı koruyan haklardır. Örneğin; yaşama, düşünme ifade etme gibi.
- Toplumsal ve ekonomik haklar; özellikle devletin bireye tanıması gereken haklardır. Örneğin; mülkiyet edinme, eğitim alma ve sağlık hizmetlerinden yararlanma gibi.
- Siyasal haklar; devlet yönetimine katılma veya yönetimde rol oynama gibi hakları mümkün kılan haklardır. Örneğin; seçme seçilme hakkı, siyasi parti kurabilme ve siyasi partilere üye olabilme hakkı gibi.
Adalet, her bireye hak ettiği şeyin verilmesi anlamına gelir ve eşitlik ilkesiyle yakından bağlantılıdır. Bu ilke, her bireyin hakkını eşit bir şekilde kullanmasını amaçlar. Adalet sadece hukuki bir terim değil, aynı zamanda bireylerin adil davranma bilinciyle de ilişkilidir. Tarafsızlık, adil bir tavır sergilemenin esaslarındandır. Her bireyin hukuk karşısında eşit haklara sahip olması, adaletin gerçekleşmesi için temel bir gerekliliktir.
Özgürlük, bireyin kendi iradesiyle, başkasına zarar vermemek ve başkasının müdahalesi olmaksızın eylemlerini gerçekleştirme hakkı olarak kabul edilir. Özgürlük sadece eylemler açısından değil, düşünce oluşturma ve ifade etme kapasitesi açısından da önemlidir. Özgürlüğün ne olduğu ve nasıl elde edileceği, siyaset felsefesinin ana meselelerinden biridir. Siyaset felsefesinde özgürlük sadece etik bir değer olarak değil, aynı zamanda pratik bir gerçeklik olarak da incelenir.
İktidarın Kaynağı
İnsanlar veya topluluklar, kendi iç değerleri ve inançları doğrultusunda nasıl bir yönetim yapısı kuracaklarına, hangi kurallara ve düzenlemelere uyacaklarına ya da karşı çıkacaklarına karar verirler. Bu, esasen iktidarın nereden geldiği ve bu iktidarın nasıl kabul edildiği ya da reddedildiği sorununu ortaya koymaktadır.
Düzenin oluşturulması ve bu düzene nasıl uyulduğu, çeşitli temellere dayandırılır. Siyaset felsefesi içerisinde, bu mesele “meşruiyet” konusu olarak ele alınır. Meşruiyet sadece yasalara uygun olmak değil, aynı zamanda toplumsal kabul ve onayı ifade eder. Özetle, yönetimin gücünü nereden aldığı ve bu güce neden itibar edildiği, iktidarın temel kaynağı sorununu oluşturur.
İktidarın kaynağı nedir ve meşruiyetin ölçütü nelerdir sorularına üç farklı cevap verilmiştir:
- İktidarın kaynağı insan doğası ve insanın korunma ihtiyacıdır= Bu bağlamda, devlet bir toplumsal gereklilik olarak mevcuttur. Devletin varlığı, yöneticilerin bu toplumsal gereksinimi karşılama kapasitesini elinde bulundurduğunu iddia eder. Bu perspektif, doğal bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Düzenin gerekliliği insanın özünde vardır ve meşruiyetin temel kriterini oluşturur. İnsanın doğuştan gelen toplumsal ihtiyaçlarından biri olan korunma ihtiyacı, Platon, Aristoteles, Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Haldun gibi filozofların eserlerinde kendini belli eder.
- İktidarın kaynağı Tanrı’dır= Yönetici figürleri, Tanrı’nın emirlerinin uygulanması amacıyla var olmuştur. İktidarın kökeninin Tanrıdan geldiğine inanıldığı için bireylerin devletin yasalarına uyması beklenir. İktidarın temeli bu anlamda Tanrısal direktiflere dayandırılır. Devletin gücünün aslında Tanrı’nın isteğinden kaynaklandığına ve bu iktidara geçerlilik kattığına dair görüş, Aquino’lu Thomas başta olmak üzere birçok Orta Çağ filozofunda görülmektedir. Bu perspektif, devletin gücünü Tanrı’nın dünyadaki temsilcisi olarak kabullenir.
- İktidarın kaynağı ortak iradedir= İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak, toplumu uyumlu hale getirmek, düzen sağlamak ve güvence oluşturmak adına bir toplumsal sözleşme oluşturduğunu öne sürer. Toplumsal sözleşme, bireylerin ortaklaşa anlaşmasını temsil eder. Bu yaklaşım, yöneticilere iktidarını kullanma yeteneğini tanır.
İdeal Devlet Düzeni
Siyaset felsefesinin temel görevlerinden biri, siyasal alanda mükemmel olanı tanımlamaktır. Bu, tüm bireylerin memnuniyetle yaşayabileceği evrensel bir siyasi düzenin olup olmadığını sorgulamaktır. Siyaset felsefesinin tarihine göz attığımızda, ideal düzen konusundaki görüşlerin genellikle “ne kadar gerçekçi” olduğu noktasında yoğunlaştığını görebiliriz. İdeal bir düzenin var olup olamayacağını savunan her yaklaşımın kendi argümanları ve gerekçeleri mevcuttur.
İdeal bir devlet düzenine karşı çıkanların başında sofistler gelmektedir. Sofistlere göre insan eliyle oluşan her şey insanın doğasına aykırıdır ve devlet de insanların oluşturduğu, insanın doğasına aykırı bir kurumdur. İdeal bir devlet düzenine karşı çıkanların ikincisi nihilistlerdir. Nihilistlere göre insan doğası gereği özgürdür. Fakat devlet, bu özgürlüğü kısıtlar. İdeal bir devlet düzenine karşı çıkanların üçüncüsü ise anarşizmdir. Anarşistlere göre devlet ortadan kalkmalıdır.
İdeal bir devlet düzeninin var olabileceğini öne süren fikirler, devletin ne üzerine kurulması gerektiği konusunda farklılık gösterir. Bu konuda üç ana perspektif bulunmaktadır. Birinci yaklaşım, ideal devletin özgürlük üzerine inşa edilmesi gerektiğini vurgular (Liberalizm); ikincisi eşitliğin bu düzenin temeli olması gerektiğine inanır (Sosyalizm); üçüncü görüş ise devletin temelinde adaletin bulunması gerektiğini belirtir (Sosyal Devlet).
İdeal devlet düzenine dair savunulan veya reddedilen fikirlerin yanı sıra, ütopyalar da bu konuda önemli bir yer tutar. Ütopya, var olmamış ama olması mümkün görülen mükemmel toplum tasvirleridir. Bazı ütopyalarda daha parlak ve adil bir geleceğin nasıl şekilleneceği hayal edilirken, diğerlerinde ise daha distopik, yani daha karanlık ve olumsuz bir gelecek senaryosu çizilir.
Temel Hak ve Özgürlükler Açısından Egemenlik Sorunu
Egemenlik, bir topluluk veya toplumun karar verme ve güç kullanma kapasitesi ile alakalıdır ve bu, toplulukların devamlılığını sağlamada kritik bir faktördür. Basitçe egemenlik; bir toplum, grup veya ülkenin nihai karar alma yeteneğini temsil eder. Genelde en yüksek egemenliğin devlete ait olduğu kabul edilir. Ancak, devletler arasındaki farklar sadece egemen olma durumlarıyla değil, aynı zamanda egemenliğin kaynağı, meşruiyeti ve uygulanış biçimiyle de belirlenir.
Tarihsel süreç içinde, insanların büyük topluluklar şeklinde bir arada yaşamaya başlamasından itibaren egemenliğin kaynağı ve sınırları üzerine düşünmek, kabilelerden şehir devletlerine, imparatorluklardan teokratik yapılanmalara ve cumhuriyetlere kadar birçok yönetim biçiminde merkezi bir mesele olmuştur.
MÖ 2000’lere dayanan Gılgamış Destanı’nda, MÖ 7-8. yüzyıllarda Homeros’un İlyada ve Odysseia’sında ve bazı dini metinlerde, yönetimlerin kaynağına ve meşruiyetine dair referanslar bulabiliriz. Farabi’nin “Erdemli Şehir” adlı eserinde, Selçuklularda Nizamülmülk’ün yazılarında ve Osmanlılarda Şeyh Edebali’nin öğütlerinde yönetimin meşruiyet meselesi ön planda yer alır. Egemenliğin kaynağı, tarihsel süreçte soyluluk, zenginlik, kutsallık, savaşçılık, bilgelik ve adalet gibi farklı kavramlarla ilişkilendirilmiştir. T. Hobbes, J. Locke ve J. J. Roussesau egemenliğin kaynağını bir tür “sözleşmeye” dayandırmaya çalışmıştır.