1990 Sonrası Türkiye’deki Gelişmeler

📅 31 Ocak 2023|21 Ocak 2023
1990 Sonrası Türkiye’deki Gelişmeler

Konu Özeti

Türkiye, 1987 ile 2001 yılları arasında ekonomik istikrarsızlığı yaşamıştır. Aynı zamanda Türkiye’de 1960,1971,1980 askeri darbelerinden sonra da demokrasiye karşı hukuk dışı müdahaleler yapılmıştır. PKK ve DAEŞ, FETÖ gibi terör örgütleri ile mücadele edilmektedir.

Bu konuda
  • Türkiye'nin 90'lı yıllarda yaşadığı ekonomik krizleri ve çözüm arayışlarını
  • Milli iradeye karşı gerçekleştirilen darbeleri ve sonuçlarını
  • Türkiye'nin hangi terör örgütleri ile mücadele ettiğini
  • Bilim, sanat ve spor alanlarında alınan başarıları
öğreneceksiniz.
Instagram Logo
Bikifi Instagram'da

Ekonomik Krizler

Türkiye, 1987 ile 2001 yılları arasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların birbirini etkilediği bir dönem yaşamıştır. Bu dönemde ülke sık sık değişen koalisyon hükümetleri tarafından yönetilmiştir. Görev yapan kısa süreli hükümetler, kısa vadeli ekonomik ve siyasi hedeflere yönelmeyi tercih etmişlerdir. Siyasi iktidarların hedefi; ekonominin büyük sorunlarını çözmekten ziyade, görev yaptıkları kısa vadede bütçe dengesizliklerini gidermek olmuştur.

Bu süreçte 1994 yılı, Türkiye’nin biriken ekonomik sorunlarla karşı karşıya kaldığı bir yıl olmuştur. 1994 yılında vergi gelirleri iç borç ödemesine yetmemiştir. Bu yüzden devlet, iç borç açığını kapatmak için dış borçlanmaya yönelmiş ve Merkez Bankası birikimlerini de kullanılmak zorunda kalmıştır. Yüksek enflasyonun ve cari açığın yaşandığı bu süreçte faiz oranları yüzde 400’ü aşarken, enflasyon yüzde 121’e sıçramıştır.

Ekonomiyi hızla istikrara kavuşturmak, kamu açıklarını daraltmak, ekonomide bir büyüme sağlamak ve ekonomik istikrarı sürekli kılacak düzenlemeleri başlatmak amacıyla IMF (Uluslararası Para Fonu) yardımıyla bir çözüm planı hazırlanmıştır. Bu planlara, 5 Nisan Kararları adı verilmiştir.

Bu kararlar;

  • Devlete ait KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) adı verilen işletmelerin zararlarını karşılamaya,
  • Döviz piyasalarına güven getirmeye,
  • Merkez Bankasına güç kazandırmaya,
  • Kamu gelirlerini artırmaya ve iş hayatına disiplin getirmeye yönelik kararlardır.

Fakat 5 Nisan Kararları ile atılan adımlar, ülkede yaşanan ekonomik soruna kökten bir çözüm getirememiş sadece piyasalarda durgunluğa sebep olmuştur. Sıkı denetlenen bazı bankalar iflas etmiş ve ekonominin bütün sektörleri kararlardan olumsuz etkilenmiştir. Uluslararası sahada da Moody’s gibi yatırım notu veren kuruluşlar Türkiye’nin kredi notunu düşürmüştür. Ama 5 Nisan Kararları’nın ardından altı ay içinde kamu kesimi borçlarında azalmalar yaşanmaya başlanmıştır.

5 Nisan Kararları’nın en önemli başarısı; kamu kesimi borcunun azaltılması ve belli bir oranda bütçe disiplinin sağlanabilmesidir. 5 Nisan Kararları, yaşanabilecek ekonomik bir krizi yalnızca bir süreliğine ertelemiştir. Şubat 2001’de gerçekleştirilen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin cumhurbaşkanı, Ahmet Necdet Sezer ile dönemin başbakanı, Bülent Ecevit arasında yaşanan sert tartışma siyasi krize yol açmış ve bu siyasi kriz Türkiye’de büyük bir ekonomik krizi de beraberinde getirmiştir.

5 Nisan Kararları ile;

  • Döviz kurunun hedeflenen enflasyon oranı ile uyumlu bir şekilde gelişme sağlaması,
  • Hazine ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankasından kredi kullanımlarına sınırlama getirilmesi,
  • Kamu açıklarının denetim altına alınması,
  • Bütçe açıklarının süratle kapatılması amacıyla akaryakıt vergisinden bütçeye aktarılan payın %50’den %70’e çıkarılması,
  • Kamuda personel alımlarının durdurulması öngörülmüştür.

Yaşanan bu siyasi gerginliğin ardından ülke ekonomisi altüst olmuş, faiz oranları gecelik % 7.500’e kadar çıkarken borsada %15 oranında düşüş yaşanmış, kamu bankaları büyük açıklar vermiştir. Böylece piyasalar kontrol edilemez bir hale bürünmüştür. Bu gelişmeler üzerine dönemin hükümeti piyasaları denetleyebilmek için dalgalı kur sistemine geçmiştir. Yatırımcıların güven kaybı yaşaması sebebiyle ülkede sermaye çıkışı hızlanarak artmıştır. Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmeler bütçe açıklarının artmasına ve şirketlerin batmasına neden olmuştur. Bu krize “2001 Ekonomik Krizi” adı verilmiştir.

2001 Ekonomik Krizi’nin en ağır sonuçlarından biri de faizlerin ve enflasyonun çok yükselip günlük yaşamı olumsuz etkisi altına almasıdır. Dövizde dalgalı kura geçilmesiyle birlikte piyasalardaki belirsizlik de artmıştır. İnsanların alım gücü düşmüştür. Ekonomide yaşanan darboğaz nedeniyle esnaflar, kepenk kapatarak protestolar yapmaya başlamışlardır. Dönemin hükümeti, olumsuz durumu aşmak için IMF’ye başvurmuştur.

IMF’nin Türkiye’ye verdiği programı uygulamak üzere Dünya Bankası başkan yardımcılarından Kemal Derviş, Türkiye’ye getirilmiş ve ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak göreve başlatılmıştır. 2008’de ise Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan ve giderek tüm dünya ülkelerine hızlıca yayılan ekonomik bir kriz meydana gelmiştir. Krizin temel nedeni; konut sahiplerinin ipotekli konut kredilerini ödeyememeleri üzerine bankalar ve finans kuruluşlarında başlayan darboğazın üretim ve hizmet piyasasını da darboğaza sokmasıdır. ABD’de başlayıp daha sonra Avrupa’ya sıçrayan kriz, AB ülkelerini de derinden etkilemiştir.

Milli İradeye Darbeler

Türkiye’de 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 askeri darbelerinden sonra da demokrasiye karşı hukuk dışı müdahaleler yapılmıştır. 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 tarihlerinde yapılan askeri darbeler Türk demokrasisinin gelişimine zarar vermiştir.

28 Şubat Müdahalesi

28 Şubat Müdahalesi, dönemin iktidar ortağı Refah Partisinin kapatılması ve bazı siyasilerin yasaklanmasıyla sonuçlanan askeri bir müdahaledir. Refah Partisi (RP) lideri Necmettin Erbakan ve Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller hükümeti, silahlı kuvvetler tarafından istifaya zorlanmıştır.

27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinin aksine askerler 28 Şubat’ta yönetime bizzat el koymamıştır. Silahlı kuvvetlerin hükümeti görevden zorla almaması nedeniyle 28 Şubat Müdahalesi o zamana kadar gerçekleştirilmiş olan klasik darbelerden farklı olmuştur.

4 Aralık 1995’te gerçekleştirilen seçimlerde Refah Partisinin birinci parti çıkmasına rağmen hükümeti kurma görevi, Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi koalisyonuna verilmiş ve yeni hükümet kurulmuştur. Fakat kurulan hükümetinin kısa bir sürede başarısız olmasının ardından 1996 yılında Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi arasında yeniden bir koalisyon kurulmuş ve RP lideri Necmettin Erbakan başbakan olmuştur. Fakat bu yeni hükümete ordunun bazı üst düzey komutanları tepki göstermiştir.

28 Şubat Müdahalesi’ne giden süreçte;

  • Başbakanlık Resmi Konutu’nda, kamuoyunda tartışılan bir iftar yemeği verilmesi,
  • Sincan Belediyesi’nin Filistin ile dayanışma gecesi düzenlemesi ve geceye İran Büyükelçisi’nin çağrılması,
  • Gecede yapılan konuşmaların ve sergilenen tiyatro oyununun içeriğinden rahatsız olunmasıyla gerginlik artmıştır.

Bunun üzerine TSK, 4 Şubat 1997’de Ankara’nın Sincan ilçesinde 20 tank ve 15 zırhlı araçla şehir merkezinden geçiş yapmış ve bu olay askeri müdahale tartışmalarını başlatmıştır.

Bunun üzerine Milli Güvenlik Kurulu (MGK), 28 Şubat 1997’de ‘irtica’ gündemiyle toplanmıştır. MGK’da yer alan askeri kanat, 18 maddelik bir karar listesi ortaya koymuştur. 28 Şubat MGK kararları sonrasında Yargıtay Başsavcısı, iktidardaki Refah Partisi hakkında; “Laik cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiasıyla kapatma davası açmıştır. Bu gelişmeler karşısında Başbakan Necmettin Erbakan, başbakanlık görevini koalisyon ortağı Tansu Çiller’e devretmek için istifa etmiştir.

Fakat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümeti kurma görevini Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a vermiştir. 20 Haziran 1997’de ANASOL-D hükümeti kurulmuştur. Yargıtay’ın davası 16 Ocak 1998’de sonuçlanmış ve Refah Partisi kapatılmıştır. Necmettin Erbakan ve parti yöneticilerine 5 yıl siyaset yasağı getirilmiştir. Refah Partisinin kapatılma gerekçesi olarak parti görevlilerinin laiklik karşıtı eylemlerde bulunduğu gösterilmiştir.

27 Nisan E-Muhtırası

Türkiye’de, cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin sona erecek olması nedeniyle siyasi gerginlik artmıştır. Anayasaya göre cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) seçmektedir ve meclis çoğunluğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nde (AK Parti) olduğundan AK Parti’nin göstereceği adayın seçilme ihtimali yüksek bulunmaktadır. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça siyasi tartışmalar şiddetlenmiştir.

27 Nisan günü mecliste gerçekleşen seçimlerin ilk turuna muhalefetin de küçük desteğiyle 361 milletvekili katılmış ve 367 sayısının altında kalınmıştır. Aynı gün saat 23.17’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) resmi internet sitesinde, daha sonra “e-muhtıra” olarak adlandırılacak olan bir bildiri yayınlanmıştır. Muhtırada, TSK laiklik konusundaki hassasiyetinden bahsederek Kutlu Doğum Haftası faaliyetleri sırasında duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte kamuoyunda ortaya çıkan laiklikle ilgili tartışmalarda TSK’nın taraf olduğunu ve laikliğin kesin savunuculuğunu üstlendiğini vurgulamıştır. TSK tarafından “dini duyguların istismar edildiği” açıklaması da yapılmıştır.

Yaşanan gelişmeler ile “sözde değil, özde rejime bağlılık” ilkesine bağlanarak cumhurbaşkanlığı seçimine ve hükümetin iç işlerine müdahale edilmiştir. Yayınlanan bildiri bu yönüyle bir muhtıra hüviyetine bürünmüştür. 28 Nisan günü, Türkiye hükümetinin sözcüsü, TSK’nın yayınladığı bildiriye karşı hükümet adına açıklama yapmıştır. Bu açıklama ile hükümet, TSK’nın siyasete karışmasına karşı çıktığını ilan etmekle kalmamış, aynı zamanda demokrasiye ve milli iradeye yönelmiş olan büyük bir saldırıyı bertaraf etmiştir. Hükümetin bu konudaki kararlı tutumu, halk tarafından da destek görmüştür.

15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve Milletin Zaferi

15 Temmuz 2016 tarihinde, Türkiye Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisinde örgütlenmiş olan bir grup Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu subay tarafından demokrasiye ve milli iradeye karşı başlatılan hain darbe girişimi, tüm yurtta yaklaşık 22 saat süren bir mücadele sonucunda bertaraf edilmiştir.

Darbe süreci, 15 Temmuz Cuma günü saat 22.00’de İstanbul Boğaziçi (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin bir grup asker tarafından trafiğe kapatılmasıyla başlamıştır. Ardından, Ankara’da TRT binası darbeciler tarafından ele geçirilmiştir. Meydana gelen bu durumun hemen ardından, Çankaya Köşkü’nde bir koordinasyon merkezi kurulmuş ve bu girişime izin verilmeyeceği açıklanmıştır.

Darbeciler, Ankara Gölbaşı’daki Polis Özel Harekat Merkezine saldırmıştır. Bir diğer saldırı ise Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığına yapılmıştır. Başka bir darbeci grup da Genelkurmay Başkanlığını basarak, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı rehin almıştır. Küçükçekmece Başsavcısı Ali Doğan, girişimin yasadışı olduğunu belirterek darbeci askerler hakkında tutuklama kararı çıkartmıştır. Darbeci askerler, kendilerine karşı direnişi kırmak için savaş helikopterleri ile sivil halkın üzerine ateş açmıştır. TBMM, savaş uçakları ve savaş helikopterleri ile darbeciler tarafından bombalanmış; savaş helikopterleriyle Ankara Emniyet Müdürlüğüne ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne saldırılmıştır.

Darbe sürecinde yaşanan en önemli gelişme ise özel kuvvetler mensubu astsubay Ömer Halisdemir’in komutanından aldığı emirle özel kuvvetleri ele geçirmeye çalışan general Semih Terzi’yi vurmasıyla olmuştur. Bu olay, darbecilerin planlarının bozulmasına yol açmıştır. Bu yaşanan süreçte halk, darbeye karşı birlik olup sokaklara çıkmış ve darbecilere karşı direnişe geçmiştir. Darbeciler, sivil halkın üzerine helikopterlerle, tanklarla ve tüfeklerle ateş açmışlardır.

Ankara’da darbeci askerler tarafından ele geçirilen TRT binası, İstanbul’da bazı özel televizyon kanalları darbecilerin elinden kurtarılmıştır. Yurdun pek çok yerinde, halk, kamu binalarına giderek darbecilere karşı kalkan oluşturmuştur. Böylece emniyet güçleri, darbeci askerleri tutuklamaya başlamışlardır. Darbeciler tarafından ele geçirilen Atatürk Havalimanı, halkın desteğiyle darbecilerden temizlenmiştir.

16 Temmuz Cumartesi sabahı, darbe girişiminin başarısız olacağını anlayan darbeci askerler, Ankara’da sivil halkın üzerine bomba atmaya devam etmişlerdir. Fakat Boğaziçi Köprüsü, Genelkurmay Başkanlığı binası ve kuvvet komutanlıkları binaları emniyet güçleri tarafından darbecilerden geri alınmıştır. Savcılığın başlattığı soruşturma sonucu, darbeye karışan ve destek veren FETÖ mensupları tutuklanmaya başlamıştır. Böylece darbe girişimi bastırılmıştır.

15 Temmuz Darbe Girişimi, Türkiye’de daha önce yaşanmış olan demokrasi ve hukuk dışı darbe girişimlerinden çok farklı gerçekleşmiştir. Bu darbe girişimi, TSK içinde sızmış FETÖ mensupları tarafından sivil halka, devletin güvenlik güçlerine ve TBMM başta olmak üzere resmi kuruluşlara saldırılmış bir ihanet hareketi olarak tarihe geçmiştir.

15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de darbe girişimi gerçekleşmiştir. Bu darbe girişiminin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve hükümet, darbeye karşı ortak bir bildiri yayımlamış ve Türkiye’de Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması başlatılmıştır. Bu OHAL uygulaması, darbeye katılanların yanı sıra TSK ve diğer kamu kuruluşlarına sızmış bulunan FETÖ mensuplarının ve FETÖ yapılanmasında yer alanların yargılanması için de kullanılmıştır.

Terörle Mücadele

Terörizm, şiddet yoluyla kargaşa çıkararak toplumun direnme gücünü zayıflatmayı ve bir ülkedeki siyasi ve sosyal düzeni zayıf göstererek halkın siyasal düzene desteğini azaltmayı hedefleyen bir eylemdir. Terörizmi yöntem olarak benimseyen yasa dışı örgütler, bu yolla birtakım siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlamayı amaçlamaktadırlar. Terörizm, genellikle korku ve yıkım yaratmayı amaçlayan, insanların can ve mal güvenliklerine zarar vermeyi hedefleyen suçtur.

11 Eylül 2001 tarihinde New York’ta gerçekleştirilen terör saldırıları, uluslararası sistemi kökten değiştirerek terörizmi devletler için en önemli tehdit haline getirmiştir. Bu saldırının ardından ABD, dış politikasını terörizme karşı küresel bir savaşa dayandırmış, böylece Afganistan ve Irak’a saldırarak bu ülkelerde istikrarsızlık yaratmıştır. Bu istikrarsızlık ise terör örgütlerine uygun bir ortam yaratmış ve terörizm, Orta Doğu başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde yaygınlaşmıştır. Bazı devletler, ekonomik veya politik çıkarları gereği, diğer devletleri dolaylı yıpratma ve dayatma yöntemi olarak terör örgütlerini bir silah olarak kullanmışlardır. Böylece bu devletlerin gizli desteği sonucu terörizm, günden güne yaygınlaşmış ve uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Terörizmin ortak bir tanımı olmaması, terörist örgütlenmeleri kendi gizli emelleri için araç olarak kullanan devletlerin etkisiyle olmuştur. Bu nedenle, terörle mücadelede dünya devletleri birlik içinde hareket edememektedir. Türkiye, dünyada önemli bir stratejik konumda bulunmaktadır ve bazı devletler, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak ve zayıflatmak istemektedirler. Bu devletler, Türkiye’nin güçlenmesini engellemek için terör örgütlerini Türkiye’ye karşı yönlendirir ve hatta bu örgütleri bir dış politika aracı olarak kullanırlar. Türkiye, özellikle dış destekli yardımlarla gerçekleştirilen pek çok terör hareketine maruz kalmaktadır ve bu şekilde Türkiye’nin kaynaklarını ve dikkatini terör örgütlerine harcayarak dünya siyasetinde etkin bir rol oynamasını önlemek amaçlanmaktadır.

Türkiye, yakın tarihinde birçok terör örgütü ile karşılaşmıştır. 1973 yılında başlayan dış destekli Ermeni Terör Örgütü ASALA şiddetine maruz kalmış ve bu terör örgütünün kurbanları arasında yurt dışında görevli diplomatlar ve diğer Türk vatandaşları olmuştur. ASALA terörünün bitirilmesinin ardından, 1980’lerin sonunda PKK bölücü terör örgütünün saldırıları başlamış ve günümüze kadar devam eden bu terör nedeniyle pek çok güvenlik görevlisi şehit olmuş ve binlerce masum insan katledilmiştir. Türkiye, bu gibi terör örgütlerine karşı mücadele etmeyi sürdürmektedir ve terörizmin her türlüsüne karşı toplumun tamamının birlikte mücadele etmesi gerekmektedir.

PKK, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere birçok yerde güvenlik güçlerine, öğretmenlere, işçilere ve bölge halkına saldırılar düzenleyen bir terör örgütüdür. PKK, dış güçlerin de yardımlarıyla Türkiye’yi bölmeyi ve parçalamayı amaçlamaktadır ve ayrılıkçı bir terör örgütüdür. Türkiye, PKK terör örgütüyle mücadele ederken, Irak ve Suriye’de yaşanan iç istikrarsızlıklar nedeniyle, 2014 yılından itibaren bölgedeki güvenlik açığını değerlendirerek güç kazanan ve dış desteklerle büyüyen DAEŞ terör örgütünün de hedefi haline gelmiştir.

DAEŞ, Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’nin yerleşim birimlerine saldırılar düzenleyerek veya Türkiye içinde düzenlediği bombalı saldırılarla terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Bu terör saldırıları sonucu pek çok güvenlik gücü şehit düşmüş, masum siviller hayatını kaybetmiştir. DAEŞ, vahşi terör faaliyetleri ile bütün dünyada ses getiren radikal bir terör örgütüdür. Bu örgüt, insan haklarına ve insan onuruna karşı suç işleyen, inanç ve ideolojik nedenlerle yönelik yıkıcı bir terör örgütüdür.

Türkiye, PKK ve DAEŞ gibi terör örgütleriyle birlikte, FETÖ ile de etkin bir şekilde mücadele etmektedir. FETÖ, halkın dini duygularını ve yardımseverliğini istismar ederek devletin pek çok kurumunda gizli yapılanmalar gerçekleştiren bir terör örgütüdür. 2015 yılında, Türkiye genelinde FETÖ/Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile ilgili operasyonlar başlatılmıştır. Bu terör örgütünün yasa dışı amaçları fezlekede tespit edilmiştir.

FETÖ, 1999 yılında ABD’nin Pennsylvania Eyaleti’nde kurulmuş ve uluslararası güçlerin emrinde olan bir terör örgütüdür. FETÖ, Türkiye’de devletin bütün anayasal kurumlarını, güvenlik birimlerini, mülki ve adli yapısını ele geçirmeyi amaç edinmiştir. FETÖ, deşifre olmasının ardından yargı ve emniyet teşkilatları içine yerleştirdiği kişilerle demokratik yolla seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı 17-25 Aralık Yargı Darbesi girişiminde bulunmuş, ancak başarılı olmamıştır. FETÖ, ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri içerisine yerleştirdiği kadrolarıyla 15 Temmuz 2016’da askeri bir darbeye kalkışmış, ancak hükümetin kararlı tavrı ve halkın sokaklara inerek darbecilere karşı direnmesiyle bu girişim de başarısızlığa uğratılmıştır.

Türkiye, terörle mücadelesini kararlı bir şekilde sürdüren bir devlettir. Türkiye, karşılaştığı terör hareketleri sonucunda terör örgütlerine ve terörizme karşı sadece güvenlik önlemleri almakla yetinmemiş, aynı zamanda kapsamlı strateji ve politikalar üretmiş ve terörün kaynağının bulunup yok edilerek çözüm oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapmıştır. Türkiye, terörle mücadelede, terörizmin kaynağının bulunup yok edilerek çözüm oluşturulması gerektiğinin bilinciyle hareket etmektedir. Bu doğrultuda, Türkiye terör örgütlerine karşı etkin bir mücadele yürütmekte ve teröristlerin yasa dışı faaliyetlerini önlemek için gerekli önlemleri almaktadır.

Türkiye, terörle mücadelesi konusunda askeri, siyasi, hukuki ve sosyal önlemleri bir arada kullanarak etkin bir strateji izlemektedir. Bu önlemler arasında, terör örgütlerine karşı ülke içinde ve dışında operasyonlar düzenlenmesi, Olağanüstü Hal Uygulaması’nın hayata geçirilmesi, terörle mücadele yasalarının çıkarılması, terör örgütlerinin finansal kaynaklarının kurutulması ve halkın terör konusunda bilinçlendirilmesi sayılabilir. Bu çalışmalar sayesinde, terör örgütlerinin girişimlerinin önlenebilmesi amaçlanmaktadır.

Bilim, Sanat ve Spordaki Gelişmeler

Turgut Özal’ın 1980’li yıllarda uyguladığı liberal politikalar sayesinde Türkiye, dünyadaki gelişmelerle rekabete açılmaya başlamıştır. Bu ortamda, iş ve ekonomi dünyasının yanı sıra yazılı medya ve bazı sivil toplum örgütleri de bu sürece katılmıştır. Medyanın gelişimi, Türkiye’de devlet dışındaki sivil alanların canlanıp gelişmesine yardımcı olmuştur. 1990’lı yılların gelişmesiyle birlikte özel medyanın da gelişmesi, Türk sinemasını olumsuz etkilemiş ve bu süreçte, sinema sektörü ekonomik kriz içinde bulunmuş ve çok az film üretilebilmiştir.

Yavuz Turgul’un yönettiği ve senaryosunu yazdığı “Eşkıya” filmi, 1996-1997 sezonunda 2 milyon 568 bin 339 kişi tarafından izlenmiş ve bu, Türk sineması için yeni bir umut doğuşunu simgelemiştir. Bu dönemde, Türk sinemasına yeni bir soluk getirecek genç bir yönetmen kuşağı ortaya çıkmıştır. Önceleri kısa filmler ve senaryolarla var olan bu kuşak, zamanla Türk sinemasında belirgin değişiklikleri tetiklemiştir. Sinemanın izleyici profili de değişmeye başlamış ve sinemacıların anlatımlarında da açıkça farklılıklar gözlemlenmeye başlanmıştır.

2004 yılında, Türk sineması için önemli bir dönüm noktası olan 5224 sayılı “Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun” yayımlanmıştır. Bu yasa ile, Türk sineması uluslararası değerlendirme ve sınıflandırma sistemine geçilmiş, film üretiminde ve yerli film seyirci sayılarında artış gözlenmiştir. Bu artış, tüm film yapımcılarını sinema sektörüne ilgi duymaya iterken, sektöre de bir ivme kazandırmıştır.

1990’lı yılların başlangıcında Türkiye’de liberalleşme ve medyanın gelişimi, müzik alanında pop müziğin yükselişine neden olmuştur. Bu dönemde, 1980’lerin egemen olan arabesk müziğinin toplumsal temalar içeren sözleri ve melankolik müziği, yerini salt aşk temaları işleyen neşeli müziklerine bırakmıştır. Bu değişim, pop müziğin Türkiye’de yaygınlaşmasına ve ön plana çıkmasına neden olmuştur.

1990’lı ve 2000’li yıllar arasında Türkiye’de spor alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin, Bulgaristan Türklerinden Naim Süleymanoğlu, Türkiye adına müsabakalara katılabilmek ve Türkiye’deki baskılardan kurtulmak için 1986’da Avustralya’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Türkiye Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica etmiştir. Daha sonra, 1993 Dünya Şampiyonası’nda üç altın madalya kazanırken iki dünya rekoru kırmış ve 1994’te Bulgaristan’da yapılan Avrupa Halter Şampiyonası’nda sadece üç kaldırış yaparak üç dünya rekoru daha kırmıştır. Süleymanoğlu, ayrıca 1988 Seul, 1992 Barcelona ve 1996 Atlanta olimpiyatları olmak üzere üç kez olimpiyat şampiyonu olmuş ve Türkiye’nin güreş sporu dışında olimpiyatlarda altın madalya kazanan ilk sporcusu olmuştur. Süleymanoğlu, halter kariyeri boyunca 46 dünya rekoru kırmıştır.

1999-2000 futbol sezonunda, UEFA Kupası’nda oynama şansını elde eden Galatasaray Futbol Kulübü, ilk kez bir Avrupa kupasını Türkiye’ye getiren Türk takımı olarak bu kupayı kazanmıştır. 2002 yılında, Güney Kore ve Japonya’nın ortaklaşa düzenlediği Dünya Kupası’na Türkiye A Milli Futbol Takımı, 48 yıl sonra ikinci kez turnuvaya katılmayı başarmış ve aldığı dünya üçüncülüğüyle tarihi bir başarıya imza atmıştır. Bu başarılar, Türkiye’nin futbol alanında dünya çapında önemli adımlar atmış olmasını göstermektedir.

Bilim alanında Türkiye’nin en büyük başarısı, Prof. Dr. Aziz Sancar’ın 2015 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmasıdır. 1979’dan beri ABD’de çalışmalarını sürdüren Sancar, kanser hastalığı konusundaki önemli çalışmaları ve hücrelerin hasar gören DNA’larının nasıl onarıldığını haritalayan araştırmaları sayesinde Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülmüştür. Bu başarı, Türkiye’nin bilim alanında dünya çapında önemli bir yere sahip olduğunu göstermiştir.

Benzer İçerikler
1960 Sonrası Türk Dış Politikasını Etkileyen Gelişmeler
Güncel
Tarih

1960 Sonrası Türk Dış Politikasını Etkileyen Gelişmeler

İçeriğe Git>
1960 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler
Güncel
Tarih

1960 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler

İçeriğe Git>
11 Eylül Saldırıları ve Küresel Terör
Güncel
Tarih

11 Eylül Saldırıları ve Küresel Terör

İçeriğe Git>
1990 Sonrası Orta Doğu’da Meydana Gelen Başlıca Gelişmeler
Güncel
Tarih

1990 Sonrası Orta Doğu’da Meydana Gelen Başlıca Gelişmeler

İçeriğe Git>
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938)
Güncel
Tarih

Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938)

İçeriğe Git>
Osmanlı Devleti’nde Demokratikleşme Hareketleri
Güncel
Tarih

Osmanlı Devleti’nde Demokratikleşme Hareketleri

İçeriğe Git>
Copyright © 2024 Bikifi
Star Logo
tiktok Logo
Pinterest Logo
Instagram Logo
Twitter Logo