Siyonizm Sorunu ve Filistin
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Filistin toprakları İngiltere’nin denetimi altına girmiştir ve Avrupa’dan büyük oranda Yahudi göçü gerçekleşmiştir. Bu dönemde, Filistin’deki Yahudi nüfusu tahminen 250.000 kişi olmuştur. 1948-1951 yılları arasında ise, Avrupa’daki Yahudi mültecilerin üçte ikisinden fazlasını içeren yaklaşık 700.000 Yahudi, İsrail’e göç etmiş ve bu olay, Filistin’de Yahudi-Arap gerginliğine yol açmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, İngiltere Filistin meselesini Birleşmiş Milletler’e (BM) götrmüşü ve meselenin çözülmesini istemiştir. BM ise 1947’de Filistin’in bölünmesine karar vermiş; Yahudi ve Arap devletleri oluşturulması öngörülmüştür. Yahudiler bu kararı kabul etmişler ancak Araplar reddetmiştir. Kudüs şehrine de BM tarafından milletlerarası bir bölge statüsü tanınmış, ancak Araplar bunu da kabul etmemiştir. Bu durum üzerine, Yahudi liderler 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etmişlerdir. Bu olaylar, Orta Doğu’da Arap-İsrail çatışmasını ve Filistin Sorunu’nu ortaya çıkarmış ve 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarında Arap-İsrail savaşları meydana gelmiştir.
1978 yılında, Mısır ve İsrail arasında imzalanan Camp David Antlaşmasıyla, İsrail ve Arap devletleri arasında sıcak çatışma yaşanmamıştır. Ancak Filistinlilerin işgal edilmiş topraklarını koruma mücadelesi de sona ermemiştir. Bu mücadeleyi en somut şekilde gösteren ola ise Filistin’de başlayan ve Filistin halkının başkaldırısı anlamına gelen ‘İntifada‘ olmuştur. İsrail işgaline karşı Filistin halkının başkaldırısı olan Birinci İntifada, 1987’de başlamıştır ve İkinci İntifada ise 2000’den 2005 yıllarına kadar devam eden Filistin ayaklanmasıdır.
Cezayir’de toplanan Filistin Milli Konseyi, 15 Kasım 1988’de ilan ettiği bildiriyle Bağımsız Filistin Devleti’ni ilan etmiştir. Bu devlet, Türkiye gibi birçok ülke tarafından tanınmıştır. Filistin Devleti’nin tanınması için yapılan uluslararası diplomatik girişimler sonuç vermiş ve İsrail, Batı Şeria ve Gazze bölgelerinde Filistinlilerin özerk bir yönetim kurmasına olumlu yaklaşmıştır. ABD öncülüğünde yapılan görüşmeler sonucunda, İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) liderleri 1993’te barış antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, İsrail’in resmi olarak Batı Şeria ve Gazze bölgelerinde Filistinlilerin özerkliğini kabul etmesini öngörmüştür.
Fakat bu gelişmeler sırasında, İsrail Filistinlilere şiddet uygulamaya ve Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşim merkezleri kurmaya devam etmiştir. Bu durum var olan gerginliği artırmıştır. Arap ülkeleri, Türkiye ve uluslararası kamuoyunun da desteğiyle yapılan diplomatik girişimler, birçok kez İsrail tarafından sabote edilmiştir. 2002’de, İsrail Batı Şeria’da 8 metre yüksekliğinde ve 730 km uzunluğunda bir duvar örerek Batı Şeria’yı tamamen dünyadan soyutlamaya çalışmıştır. Bu duvar, 200 bin Filistinliyi mağdur etmiş ve aynı zamanda Batı Şeria’nın %45’ini İsrail kontrolüne sokmuştur. İsrail, Gazze bölgesinden kendi topraklarına füze atılmasını bahane ederek 2007’de Gazze’ye yönelik şiddetli bir saldırı başlatmış ve bu saldırı 2009’a kadar sürmüştür. Bu olay uluslararası camiada büyük tepkiye yol açmıştır.
2010-2011 yıllarında, Rusya ve Brezilya, Arjantin ve Şili gibi birçok ülke, 1967 öncesi sınırları esas alarak Filistin’i bağımsız bir devlet olarak kabul etmiştir. Fakat İsrail, 2011’de uluslararası camiayı dikkate almayarak havadan Gazze’yi bombalamıştır. Aynı yıl, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Birleşmiş Milletler’e (BM) resmen bağımsız bir devlet olarak tanınması için başvuru yapmıştır. Yapılan oylamada, Türkiye gibi 138 ülke evet oyu verirken, ABD, İsrail, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau ve Panama hayır oyu kullanmış ve 41 ülke çekimser kalmıştır. Bu şekilde, Filistin BM nezdinde bağımsız bir devlet olarak kabul edilmiştir. Fakat İsrail’in uyguladığı şiddet politikalarından dolayı Filistin’in bağımsızlığının tanınması Filistin halkının sorunlarını çözmemiştir.
Özellikle 2007 yılından itibaren, Gazze bölgesi İsrail tarafından abluka altına alındığından, benzin, yiyecek, içecek ve gıda sıkıntısı çekilmektedir. Filistinliler, İsrail askerlerince öldürülebilmektedir. Var olan koşullar altında, İsrailliler genelde 12 birim su kullanırken, Filistinliler sadece bir birim su kullanabilmektedir. İçme suyu sorunu, Batı Şeria ve Gazze’de Filistinliler için önemli bir problem olmuştur.
İsrail, Filistinlilere yönelik uygulamalarından biri de Filistin’in alt yapısını çökertmektir. Bombalar, tanklar ve diğer yollarla alt yapısı çökertilen Gazze ve Batı Şeria, abluka nedeniyle gereken inşaat malzemelerinden yoksun olduğundan, en doğal insani ihtiyaçlarını gidermekten yoksundur. Abluka altına alınan Gazze’de, kanalizasyonlar caddelere akmakta, sağlık sorunları çözülememekte ve hastaneler ilaç bulamamaktadır. İsrail, bu abluka ile Gazzelileri vatanlarını terk etmeye zorlamaktadır. 1948’den itibaren meydana gelen İsrail işgalleri nedeniyle, yaklaşık 6 milyon Filistinli başka ülkelere göç etmiş ve mülteci haline gelmiştir.
İsrail’in Filistinlilere karşı insan haklarını ihlal eden uygulamaları ve bu konuda BM kararları ve diğer uluslararası uyarıları dikkate almaması, bölgede barışın önündeki en büyük engel olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı şiddet ve insan hakları ihlalleri önlenmeli ve bölgede barış sağlanması için çalışılmalıdır.
Körfez Savaşları
I. Körfez Savaşı
1990’lı yıllarda, Orta Doğu’da yaşanan en önemli olaylardan biri de Körfez Krizi ve bu krizden kaynaklanan Körfez Savaşı olmuştur. Körfez Savaşı’nın çıkmasındaki temel neden; Irak’ın komşusu Kuveyt’i işgal etmesidir. 1980-1988 arasında komşusu İran ile savaşan Irak, savaşın bitmesinin ardından silahlanmaya devam etmiş ve dünyanın en zengin petrol üreticilerinden biri olan Kuveyt üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Bu nedenle, Irak-Kuveyt ilişkileri gerginleşmiş ve uluslararası arabuluculuk girişimleri gerginliği azaltmaya yetmemiştir.
Irak, 2 Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etmiş ve böylece Orta Doğu’daki güç dengeleri değişmiştir. Dünya petrol kaynaklarının yüzde 60’ını oluşturan Orta Doğu bölgesindeki bu değişim, başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin çıkarlarını doğrudan etkilemiştir. Bu nedenle, Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan bölgesel kriz, küresel bir sorun haline gelmiştir.
Irak, Birleşmiş Milletler tarafından verilen tarihi süre içerisinde Kuveyt’ten çekilmeyince, ABD öncülüğünde bir koalisyon güçleri tarafından 17 Ocak 1991’de Irak topraklarına yönelik hava saldırıları başlatılmıştır. Bu saldırıların ardından Irak askerleri Kuveyt’ten çekilmiştir. Körfez Savaşı, Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesiyle sona ermiştir. Bu savaşın sonucunda Irak, Birleşmiş Milletler tarafından uygulanan ambargo ve yaptırımların etkisiyle ekonomik olarak zayıflamıştır. Bu savaş, ABD ve İsrail güçlerinin Orta Doğu’daki etkisinin artmasına da neden olmuştur.
Irak, Kuveyt’i işgal eden bir ülke olarak, BM kararlarına uymamış ve işgal ettiği topraklardan çekilmemiştir. Bu nedenle ABD öncülüğünde oluşturulan uluslararası askeri güç, Irak’a yönelik bir saldırı başlatmıştır. Bu saldırı, Körfez Savaşı olarak anılmaktadır. Körfez Savaşı, 1991 yılında başlamış ve Irak’ın Kuveyt’i işgali sona erdirilmiştir. Ancak savaş sırasında Irak topraklarında büyük yıkım meydana gelmiş ve ülkede ciddi sosyal ve ekonomik sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar, günümüze dek Irak’ta yaşanan çatışmaların temel nedenlerinden biri olmuştur.
Irak, 1991’de Birleşmiş Milletler tarafından önerilen ateşkes anlaşmasını imzalayarak Körfez Savaşı’nı resmi olarak sona erdirmiştir. Bu savaş sırasında Irak ordusu mağlup olmuş ve Kuveyt işgali sona ermiştir. Körfez Savaşı, Batılı devletlerin Orta Doğu’daki petrol kaynaklarına sahip olma çabasının bir sonucu olarak, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle başlamıştır. Savaş sırasında Birleşmiş Milletler tarafından Irak’a ekonomik ve askeri ambargo uygulanmış ve ABD öncülüğünde bir uluslararası askeri güç oluşturulmuştur. Savaş sonrasında, Irak’a BM tarafından uygulanacak yaptırımların koşulları belirlenmiş ve bu yaptırımlar uzun yıllar devam etmiştir.
⭐ I. Körfez Savaşı’nın sonucunda;
- Barışın sürekliliği ve ekonomik ambargonun kaldırılması Kuveyt’in işgalden önceki sınırlarının kabul edilmesi Irak’ın nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlardan arındırılması kararına uymasına bağlanmıştır.
- Savaşın ardından Irak’ta iç karışıklık baş göstermiştir.
- Irak’taki Baas rejimine muhalif Kürt gruplar ülkenin kuzeyinde, Şii gruplar ise ülkenin güneyinde ayaklanma başlatmışlardır.
- Baas rejiminin şiddet kullanarak bu gruplara saldırması üzerine, Irak birliklerinin 36. paralelin kuzeyi ile 32. paralelin güneyine geçirilmeme şartı kabul edilmiştir. Ayrıca ateşkesi denetlemek ve gerekirse müdahale etmek için ABD, İngiltere ve Fransa birliklerinden oluşan uluslararası askeri bir kuvvet (Çekiç Güç) oluşturulmuştur.
- Irak hükümetinin ülkenin kuzeyindeki kontrolü kaybetmesiyle birlikte bu bölgede otorite boşluğu oluşmuştur.
- Bölgede güçlenen muhalif Kürt gruplar, Irak’tan kopuş sürecine girmişlerdir.
- Ayrıca oluşan otorite boşluğu nedeniyle Türkiye’ye karşı bölücü eylemlerde bulunan PKK terör örgütü, Irak’ın kuzeyine yerleşmeye başlamıştır.
- Bu durum Türkiye için bir güvenlik sorunu haline gelmiştir.
II. Körfez Savaşı ve ABD’nin Irak’ı İşgali
Irak Savaşı, ABD ve İngiltere öncülüğünde koalisyon güçlerinin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesiyle başlamıştır. Bu savaşın temel nedeni, ABD ve İngiltere’nin Irak lideri Saddam Hussein’in kitle imha silahları edindiği ve dünya barışını tehdit ettiği iddiasıdır. Ancak daha sonra yapılan araştırmalar, Saddam Hussein’in kitle imha silahlarının olmadığını ortaya çıkarmıştır. Irak Savaşı, Irak halkının büyük bir çoğunluğunun ve tüm dünya kamuoyunun tepkisiyle karşılaşmış ve uluslararası camiada kritik bir şekilde eleştirilmiştir.
ABD’nin girişimleriyle Birleşmiş Milletler, Irak’a bu konuda baskı yapılması kararı almıştır. Bu karara karşılık Irak, ülkesindeki askeri tesislerin BM yetkililerince denetlenmesini kabul etmiştir. Irak’ın BM kararlarını koşulsuz kabul etmesi, Kuveyt işgali nedeniyle komşularından resmen özür dilemesi ve BM yetkililerinin kitle imha silahlarına rastlamadıklarını rapor etmeleri üzerine gerginlik yumuşamıştır. Fakat ABD yönetimi bu kez de Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ve ailesinin Irak’ı terk etmelerini istemiş; aksi takdirde Irak’a askeri müdahale yapılacağını açıklamıştır. Irak yönetimi ABD’nin bu uyarısını reddetmiştir.
ABD’ye destek olarak İngiltere, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Portekiz, Danimarka, İtalya ve Macaristan’dan oluşan bir Avrupa koalisyonu oluşturulmuş ve savaş öncesi ABD yönetimi, Türkiye topraklarından geçerek Irak’a askeri müdahale yapmak istemiştir. Fakat 1 Mart 2003’te yapılan oylamada ABD’nin bu isteği TBMM tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri, 20 Mart 2003’te Irak’a hava saldırısını başlatmıştır. 22 Mart 2003’te ise kara harekâtı başladı. ABD kuvvetleri, 9 Nisan 2003’te Irak’ın başkenti Bağdat’ı işgal etmiştir. İngiltere ordusu da Basra ve diğer şehirleri ele geçirmiştir. Irak’ın kuzeyinde ise Kürtler, Irak ordusu çekilirken bölgeyi kendi kontrolüne almıştır. Savaşın bitiminden sonra Saddam Hüseyin gizlice tutuklanmış ve 2006 yılında idam edilmiştir.
Irak’ı işgal eden ABD, ülkeye geçici valiler atayarak ülkeyi yönetmeye başlamış, 13 Temmuz 2003’te ABD nüfuzunda “Geçici Irak Yönetim Konseyi” oluşturulmuş ve bu geçici konsey BM nezdinde tanınmıştır. Böylece dünyanın küresel gücü olan ABD, İngiltere ile birlikte, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ülkesi olan Irak’ı ele geçirerek Orta Doğu’da önemli bir güç kazanmıştır.
ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgal etmeleri, dünya kamuoyunda büyük tepki toplamıştır. Irak halkı, işgal kuvvetlerine karşı öfkeli bir tepki göstermiş ve işgal kuvvetlerine yönelik saldırılar artmıştır. Irak’ta iç savaş çıkma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ABD, ülkede geçici yönetim kurarak ülkeyi yönetmeye çalışmıştır. Fakat bu yönetim, halk tarafından kabul görmemiş ve iç savaş önüne geçilememiştir Irak halkı, özellikle 2003’ten sonra ABD işgaline karşı direniş göstermiş ve bu direniş, hala devam etmektedir. Savaş sırasında da Irak’ta çok sayıda sivil hayatını kaybetmiş ve ülke ekonomisi büyük ölçüde zarar görmüştür. Savaşın sona ermesinin ardından Irak’ta iç savaş ve terör olayları yükselişe geçmiştir.
Arap Baharı
010’da Orta Doğu ülkelerindeki demokratik olmayan yönetimlere karşı bu ülkelerin halkları tarafından daha çok demokrasi ve özgürlük talebiyle başlatılan, protesto ve ayaklanmalarla gerçekleşen halk hareketlerine Arap Baharı denilmiştir. Tunus hükümeti tarafından yapılan bir polis şiddetine maruz kalan bir tüccarın öfkesinin başlıca nedenlerinden biri olarak kabul edilen Arap Baharı, Arap dünyasında büyük değişikliklere yol açmıştır. Başlıca ülkelerde hükümetler değişirken, bazı ülkelerde ise iç savaşlar çıkmıştır.
Bu hareketler, Arap dünyasında yaşanan sıkıntıların bir yansıması olarak görülürken, halkın yönetime olan güvensizliğinin de bir göstergesi olarak kabul edilmiştir Bu hareketler sonucunda, Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Bahreyn gibi ülkelerde hükümetler değişmiş ve demokratik reformlar yapılmaya çalışılmıştır. Arap Baharı hareketlerinin etkisi, Orta Doğu’da ve dünya genelinde hala devam etmektedir.
Arap Baharı, Tunus’ta başlayan süreçte, Mısır, Libya, Suriye, Bahrain, Yemen gibi Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde de halk hareketlerine dönüşmüştür. Süreci başlatan olay; iş bulamamaktan ve geçim sıkıntısından dolayı seyyar satıcılık yapan üniversite öğrenimli Tunuslu Muhammed Buazizi adlı gencin bir zabıta görevlisince tokatlanması ve tezgahı ile mallarına el konulmasıdır. Mısır’da Hosni Mubarak yönetimine karşı başlatılan protesto gösterileri sonucu, Mısır Devlet Başkanı Hosni Mubarak görevinden istifa etmiş ve yeni bir hükümet kurulmuştur. Bu sürece Yasemin Devrimi adı verilmiştir. Yasemin Devrimi’nden sonra Tunus’ta daha demokratik bir yönetim kurulmuş ve yeni bir dönem başlamıştır.
Tunus’ta başlayan olaylar diğer Arap ülkelerine de yayılmıştır. 25 Ocak 2011’de Mısır’ın en büyük meydanı olan Tahrir Meydanı’nda, Arap baharının esintileri yayılmaya başlamıştır. Kısaca “Öfke Günü” olarak da bilinen 25 Ocak gününde, Mısır halkı özgürlük için sloganlar atmaya başlamıştır. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da açlık, işsizlik, yolsuzluk, diktatörlük gibi benzer sorunlar sebebiyle halk isyan etmiştir. Mısır’da yapılan demokratik seçimleri Muhammed Mursi kazanmıştır. Muhammed Mursi, Mısır’da demokratik seçimle başa geçen ilk cumhurbaşkanı olmuştur.
Libya’da ise Muammar Gaddafi yönetimine karşı ayaklanmalar başlatılmış ve 2011’de Gaddafi yönetimi devrilmiştir. Suriye’de ise 2011 yılında başlatılan protesto gösterileri, ülkede devam eden bir iç savaşa dönüşmüştür. Bahrain ve Yemen’de de halk hareketleri başlatılmış, ancak bu ülkelerde yönetimler güçlerini koruyabilmiştir.
Arap Baharı olarak bilinen halk hareketlerinin önemli bir nedeni, Arap ülkelerinin çoğunun demokratik olmayan, baskıcı yönetimleri ve bu yönetimlerin insan haklarını çiğnediği düşüncesiydi. Bu hareketler, özellikle Tunus ve Mısır gibi ülkelerde, zaman içinde demokratikleşme sürecine yol açtı. Ancak Suriye ve Yemen gibi ülkelerde iç savaşın patlak vermesi ve bu savaşların yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olması, Arap Baharı’nın bütün Arap ülkelerinde olumlu sonuçlar doğurmayı başaramadığını göstermektedir.