15. ile 17. yüzyıllar, bilgi alanlarında derin ve hızlı değişimlerin yaşandığı bir zaman dilimidir. Bu dönemdeki değişiklikler, çeşitli yollarla topluma yansımış ve zaman içinde kabul görerek bir yaşam kültürüne dönüşmüştür. Bu dönemin felsefesini ve değişimlerini anlamak için, 12. yüzyıldaki çeviri hareketlerine ve MS 2. ile MS 15. yüzyıllar arasındaki felsefi akımların etkilerine bakılması önemlidir. Bu etkiler, özellikle bu dönemin düşünür ve filozoflarının çalışmalarında belirgin bir şekilde görülür.
12. Yüzyıl Çeviri Faaliyetlerinin 15. Yüzyıl-17. Yüzyıl Felsefesine Etkisi
12. yüzyıla gelindiğinde İslam’ın geniş coğrafyalara yayılması, bilim ve felsefenin bu bölgelerde ilerlemesine zemin hazırlamıştır. Bu gelişme Bağdat, Tunus, Toledo, Sicilya ve Solerno gibi şehirleri bilim ve felsefenin önemli merkezleri haline getirmiştir. Bu dönemde astronomi, tıp ve felsefe gibi alanlarda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
12. yüzyıldan başlayarak, Batı dünyası İslam bilimleri ile Antik Yunan, Hint ve Mısır eserlerini Arapçadan kendi dillerine çevirmeye yönelmiştir. Müslüman, Yahudi ve Hristiyan çevirmenlerden oluşan bir ekip, Aristoteles’in “Metafizik”, İbn Sina’nın “el-Kanun fi’t-Tıp”, Sahl b. Bişr’in “Astronomi Risalesi” ve İbn Rüşd’ün “Aristoteles Şerhleri” gibi önemli bilim ve felsefe eserlerini tercüme etmiştir. Bu çeviri faaliyetlerinin sonucunda kurulan merkezler sayesinde, Batı’da İslam filozoflarının düşünceleri 17. yüzyıla dek etkili olmuş ve üniversitelerde “İbn Rüşdcülük”, “Avicenna Ekolü” gibi terimler kullanılmıştır.
Çeviri hareketlerinin genel olarak başlangıcı, 12. yüzyılda Afrikalı Konstantin’in Tunus’tan getirdiği tıp eserlerinin Salerno’da Latince’ye çevrilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu hareket zaman içinde Almanya ve Fransa’ya yayılarak, 14. yüzyılda tüm Avrupa’ya yaygın bir etki bırakmıştır. Anadolu coğrafyasının da bu süreçte önemli bir rolü olmuştur. Yunanca’dan Farsça’ya çevrilen eserler, Tebriz ve Trabzon üzerinden Anadolu ve Bizans’a ulaşmıştır. Özellikle ünlü matematikçi ve astronom Nasreddin-i Tusi’nin trigonometri üzerine yazdığı, İslam alimleri tarafından çözülen problemleri içeren eseri, Osmanlı Dönemi’nde ilk kez çevrilmiştir.
Çeviri faaliyetlerinin 16. ve 17. yüzyılların sonlarına kadar yoğun bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Bu iki kültür arasındaki etkileşim, Antik Yunan felsefesinin Batı dünyası tarafından geniş çapta öğrenilmesine katkıda bulunmuş ve Rönesans’ın ortaya çıkmasına önemli bir etken olmuştur.
15. Yüzyıl-17. Yüzyıl Felsefesine Önceki Felsefi Dönemlerin Etkisi
15. ile 17. yüzyıllar arasında, Batı merkezli bir felsefi hareketlenme yaşanmıştır. Bu dönemde Rönesans, ilk olarak İtalya’da zuhur etmiş ve buradan yayılmaya başlamıştır. Rönesans’ın doğuşuna katkıda bulunan birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörler arasında İslam dünyasından yapılan bilimsel ve felsefi eser çevirileri, yeni coğrafi keşifler, ekonomik gelişmeler ve siyasi değişimler önemli rol oynamıştır.
Bu dönemde, felsefi düşüncelerdeki evrimden önce bilim, sanat, din ve ekonomi alanlarında önemli değişiklikler yaşandığı görülmektedir. Bu değişiklikler, toplumsal ve kültürel yaşamda da belirgin etkiler yaratmıştır. Rönesans, hem zihinsel dönüşümlerin hem de toplumsal yapıların yeni güç dengeleri etrafında şekillendiği bir çağdır. Ayrıca, bu dönemde felsefede ulusal bilincin gelişmeye başladığına tanık olunmuştur.
15-17. yüzyıllar arasındaki felsefe, Platon ve Aristoteles’in düşüncelerinin derin etkisini taşır. Bu etki, özellikle İslam felsefesi aracılığıyla yapılan çevirilerle Batı dünyasına ulaşmıştır. Antik Yunan fikirlerinin hem orijinal hem de yeniden yorumlanmış halleriyle tanışan Batı, bu felsefelerin etkisi altında hızla ilerleme kaydetmiştir. Platon ve Aristoteles’e adanan akademiler kurulmuş ve bu büyük filozofların öğretileri üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu süreç, kilisenin etkisinin azalmasına ve insan aklını ön plana çıkaran hümanist düşüncenin doğuşuna ve gelişimine katkıda bulunmuştur.
MS 2. yüzyıldan MS 15. yüzyıla kadar uzanan süreçte Hristiyan felsefesinin ilk evrelerinde, inanç temelli gerçeklerin mutlak olduğu ve bu inançların anlaşılabilmesi için aklın kullanılması gerektiği yönünde bir anlayış hakimdir. İslam felsefesinin, akla atfettiği büyük önemle birlikte, bu düşünce yapısı evrilmiştir. Bu evrim, inançsal gerçeklerin yanı sıra, akla dayalı gerçeklerin de zorunlu olduğu bir anlayışa doğru kaymıştır.
Hristiyan felsefesinin ilerleyen dönemlerinde, özellikle Aquinalı Thomas’ın, inancın Tanrı’yı anlamakla, aklın ise Tanrı’nın yaratıklarını kavramakla ilgili olduğu görüşü, 15-17. yüzyıl felsefesinin şekillenmesine temel oluşturmuştur. Ancak, 15-17. yüzyıl felsefesini, MS 2-MS 15. yüzyıl felsefesinin bir uzantısı olarak değerlendirmek yanıltıcı olur. Zira bu daha sonraki dönem, büyük ölçüde önceki dönemin reddi üzerine kurulmuştur. Bu dönemde akıl, inançtan giderek daha bağımsız bir konuma gelmiş ve bu durum dönemin temel özelliklerinden biri haline gelmiştir.
15-17. yüzyıl felsefesi, önceki düşünce yapısından ayrılmaya başladığı, ancak bu dönemin etkilerinin hala görülebildiği bir geçiş evresidir. Bu değişimin ilk belirtileri sanat dünyasında ortaya çıkmıştır. Edebiyat alanında Cervantes ve Dante, tiyatroda Shakespeare, resimde Leonardo da Vinci, mimaride P. Brunelleschi, heykel ve resimde Michelangelo gibi dönemin önde gelen sanatçıları Rönesans Dönemi’nde eserlerini sunmuşlardır. Bu sanatsal gelişmeler, söz konusu dönemin felsefesinin şekillenmesine katkıda bulunan diğer önemli faktörler arasında yer almaktadır.