Antik Yunan felsefesi, İlk Çağ felsefesinin dar bir tanımıdır ve MÖ 6. yüzyıldan MS 529’a kadar olan bin yıllık bir zaman dilimini kapsar. Romalı İmparator Justinianus’un Atina Okulu’nu kapatması bu dönemin sonunu işaret eder. Bu felsefe periyoduna sıklıkla Antik felsefe de denir. Tarihsel, kültürel ve coğrafi faktörler göz önüne alındığında bu dönemi iki kategoride değerlendirebiliriz: Helenik felsefe ve Helenistik felsefe.
M.Ö. 6. yüzyılda ele alınan felsefi meseleler geniş bir yelpazeye sahiptir. İlk başlarda doğa felsefesi adı altında incelenen bu meselelerde ilk nedenler ve değişim kavramları merkezi bir yer tutmuştur. Felsefenin odağının insan üzerine kaydığı dönemde, Sokrates ve Sofistler bilgi ve etik üzerine derinlemesine düşünmüşlerdir. Sistematik felsefenin ortaya çıktığı dönemdeyse, Platon ve Aristoteles gibi düşünürler varlık, bilgi ve değer kavramlarını detaylı bir şekilde ele almışlardır.
📚EK BİLGİ:
Helenik Felsefe: Antik felsefenin en yoğun, en güçlü ve en parlak dönemidir. Doğal olayların doğal olaylarla açıklanması gerektiği inancı ile başlamıştır. Temel olarak hem doğada hem toplumda bir düzen ve uyum olduğunu; bu düzenin de akılla kavranabileceğini ele almıştır.
İlk Neden ve Değişim Düşünceleri
MÖ 6. yüzyıl, felsefenin köklerinin attığı ve şekil kazandığı bir zamandır. Bu dönemin düşünürleri, olguları doğa üzerinden açıklama eğiliminde oldukları için ‘doğa filozofları‘ olarak tanımlanmışlardır. Mitlere dayalı yorumlardan öteye geçmeyi hedefleyen bu filozoflar, olaylar arasındaki neden-sonuç bağını araştırmışlardır. Evrenin ve varlıkların nasıl meydana geldiğini anlamaya çalışan bu düşünürler, her ne kadar tamamen mistik yorumlardan uzaklaşmasalar da incelemelerini doğal dünyaya odaklamışlardır. Evrenin yapısı ve oluşumu üzerinde durulmuştur.
Bu dönemin felsefi merakının merkezinde, varlığın temel nedeni neydi sorusu yatmaktadır. Bu temel neden ya da madde, ilk ilke ve arkhe terimleriyle anılmıştır. İlk neden, her şeyin kökeni ve temel taşı olarak kabul edilir. Bu sorunsal hem varlığın doğasını hem de değişiminin nasıl gerçekleştiğini anlamaya yönelik tartışmalara yol açmıştır. Doğa filozofları arasında Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Empedokles ve Demokritos, varlığın özüne dair ilk neden kavramını benimsemiş ve bu alanda öne çıkmışlardır. Varlığın değişimine ilişkin tartışmalarda ise, felsefe tarihinin zıt görüşlü filozofları Herakleitos ve Parmenides ile, Yunan dışında etkili olan filozof Lao Tse’nin düşünceleri dikkate değerdir.
İlk Neden (Arkhe) Problemi
Thales
- Thales, varlığın ilk nedeni hakkında düşünmeye başlayan ilk filozoflardan biridir.
- Ona göre, evrenin temel maddesi sudur.
- Su, tüm varlıkların kaynağı ve ana maddesidir.
- Her varlıkta suyun izini bulabiliriz.
- Su, değişimin ortasında bile sürekli bir varlık olarak kalmaktadır.
- Bu, evrendeki çokluk içerisinde bir birlik unsuru olarak kabul edilir.
- Örneğin, suyun soğumasıyla buz haline gelmesi ya da ısınmasıyla buharlaşması, suyun farklı biçimlerde de olsa evrendeki varlığını sürdürdüğünü kanıtlar.
Anaksimandros
- Anaksimandros, ilk nedenin nicelik açısından sınırsız; nitelik açısından ise tanımlanamaz olduğunu savunur.
- Bu, somut bir madde olan su gibi bir şey olamaz.
- Anaksimandros’un arkhe olarak tanımladığı bu temel, maddi bir varlık olmaktan ziyade soyut bir ilkedir.
- Bu sınırsız ve belirsiz ilkeye “apeiron” adını verir.
- Apeiron, tüm varlıkların kökenini teşkil eder.
- Anaksimandros’a göre, apeirondan ilk olarak zıt nitelikleriyle bilinen sıcaklık ve soğukluk meydana gelir.
- Evrendeki tüm varlıklar, bu iki zıt nitelik arasındaki etkileşimler sonucu şekillenir.
Anaksimenes
- Anaksimenes, tıpkı Anaksimandros ve Thales gibi, varlığın ilk nedeni üzerine düşünmüştür.
- Ona göre, bu temel madde havadır.
- Hava, Thales’in su anlayışı gibi maddesel bir yapıya sahipken, Anaksimandros’un apeiron kavramındaki gibi sınırsız bir niteliğe sahiptir.
- Anaksimenes şöyle der: “Tıpkı ruhun bedeni ayakta tuttuğu gibi, dünyayı ve evreni ayakta tutan da havadır.”
- Hava, yoğunlaşarak veya seyrekleşerek diğer varlıkların meydana gelmesine neden olur.
Empedokles
- Empedokles’e göre, evrenin temeli dört ana maddeye dayanır: su, toprak, hava ve ateş.
- Empedokles’e göre bu dört elementin birleşip ayrılmasıyla “şeyler” oluşur.
- “Ölüm” ve “yok olma” diye bir şey yoktur.
- İnsanların ölüm ve meydana gelme dedikleri şeyler dört ana elementin birleşme ve ayrılmasından başka bir şey de değildir.
- Çünkü Empedokles’e göre hiçbir şey yok olmaz, yoktan ise hiçbir şey var olmaz.
- Bu ana maddeler kendi başlarına değişmezler ve başka bir varlığa indirgenemezler.
- Ancak hareket etmeleri için dışsal bir güce ihtiyaç duyarlar.
- Empedokles, bu hareketi sağlayan güçlerin sevgi ve nefret olduğunu ileri sürer.
- Ana maddeler sabitken, bu maddelerin farklı kombinasyonları çeşitli varlıkların oluşmasına yol açar.
- Burada sevgi, maddeleri bir araya getiren güçken; nefret, onları birbirinden ayıran faktördür.
Demokritos
- Demokritos, evrenin temelini, maddenin en ince parçası olarak tanımladığı atomlarda bulur.
- Maddeleri en küçük birimlerine kadar ayırdığımızda karşımıza çıkan bu son birimlere atom adını verir.
- Bu atomlar değişmez, sürekli, dolu ve mekan işgal eder niteliktedir.
- Boşluk içerisinde hareket eden atomlar, kendi aralarındaki etkileşimlerle çeşitli yapıları meydana getirirler.
- Atomların bir araya gelmesiyle oluşan yapılar doğar, ayrıştıklarında ise bu yapılar yok olur.
Değişim Problemi
Lao Tse
- Lao Tse, Taoizm felsefesinin kuruluşuna öncülük etmiştir.
- Onun hakkındaki bilgilere büyük ölçüde efsaneler ve rivayetler ışığında ulaşılır.
- “Tao” kelimesi, yol, öğreti veya patika olarak çevrilebilir.
- Lao Tse’ye göre, evren varlıklar ve var olmayan şeylerden oluşur.
- Var olmayanların tanımlanması, varlıkların var olmasını mümkün kılar.
- Bu sürekli dönüşüm, Tao adını verdiği sonsuz bir kaynaktan enerji alır.
- Her varlık Tao’dan doğar ve sonunda ona geri döner.
- Bu bağlamda Tao, tüm değişimlere rağmen değişmeyen evrensel bir prensiptir.
- Lao Tse’nin Tao kavramı, doğa filozoflarının temel madde veya ilk ilke kavramlarına paralel bir anlam taşır.
- Tao, evrenin sürekli değişimini ve bu değişimin nasıl gerçekleştiğini açıklamaya yöneliktir.
Herakleitos
- Herakleitos, felsefede varlık ve değişimin ana tartışmacılarından biridir.
- Bilgeliği, sadece bilgi birikimiyle eşdeğer görmeme anlayışıyla tanınır.
- Ona göre temel ilke ya da “arkhe”, ateştir.
- Ateş, sürekli bir değişim içindedir, fakat bu değişimde daimi bir unsur olarak kalır.
- Ateş, sürekli bir dönüşümü mümkün kılar.
- Değişimin sürekli olduğunu anlamak için sadece zamanın akışına bakmak yeterlidir.
- Her olgu, zıttıyla birlikte var olup zamanla zıttına dönüşme eğilimindedir.
- Sıcaklık soğumaya, yaşam ölüme evrilir.
- Bu karşıtlıkların sürekli çatışması, onların harmonik bir birliğe dönüşmesini sağlar, ardından tekrar çatışmaya başlar.
- Bu sürekli değişimin arkasındaki maddi unsur ateşken, bu değişimi yönlendiren ilke logostur.
- Logos, bir ölçüt ve akıl olarak tanımlanır.
- Ancak logosun, yeniden başlatmanın ötesinde spesifik bir amacı bulunmamaktadır.
- Herakleitos’un değişim üzerine olan bu yaklaşımı, tarihsel süreç içerisinde pek çok filozofun ilgisini çekmiş ve onları etkilemiştir.
Parmenides
- Parmenides, doğa filozoflarının en bilinenlerindendir.
- Önceki düşünürlerin temel ilkeyi, yani “arkhe”yi belirlemeye çalışmalarından ziyade, varlığın doğası ve bilgisi üzerine kafa yormuştur.
- Herakleitos’un değişimci yaklaşımına kıyasla, Parmenides’in görüşleri onunkilerin zıttıdır.
- Onun ana ilkesi, “Var olan vardır, var olmayan yoktur.” şeklindedir.
- Parmenides’a göre, varlık daima vardır, değişmez, bölünemez, içerisinde boşluk barındırmaz ve hareketsizdir.
- Varlık, yüzeyde çok sayıda ve farklı gibi görünse de özünde tek ve bütündür.
- Zamanın varlığı üzerindeki etkisini de reddeder.
- Ona göre, değişim bir varlığın bir durumdan diğerine geçmesi anlamına gelir.
- Yani bir şeyin yok olup başka bir şeyin doğması anlamına gelir.
- Ancak yokluk kavramı var olmadığı için, bu tür bir değişim gerçekleşemez.
- Bu nedenle, değişimin var olduğunu düşünmek bir yanılsamadır ve mantıkla çelişir.
- Bilgi sadece var olan şeylerle ilgili olabilir; yok olmayan bir şey hakkında bilgi sahibi olmak imkansızdır.
Sokrates ve Sofistlerin Bilgi ve Ahlak Anlayışları
MÖ 6-MS 2. yüzyıl felsefesinde doğa filozoflarını takiben insan merkezli felsefi görüşler öne çıkmıştır. Bu felsefi tartışmaların bir yönünde Sofistler, diğer yönünde ise Sokrates bulunmaktadır.
Sofistler, bilgi ve beceri sahibi oldukları konularda karşılık olarak ücret alan eğitmenlerdir. Genellikle hitabet ve siyaset gibi alanlarda öğretimde bulunmuşlardır. Onlar, kesin bir bilginin var olmadığına ve bu nedenle kesin bilgi araştırmasının da anlamsız olduğuna inanmışlardır. Öte yandan Sokrates, kesin bilginin mevcut olduğunu ve ahlaki bilgilerin de bu kesin bilgi kategorisinde olduğunu savunmuştur. Sofistler ve Sokrates hakkında sahip olduğumuz bilgiler, çoğunlukla Sokrates’in öğrencisi Platon’un kaleme aldığı diyalog şeklindeki metinlere dayanmaktadır.
Sofistler
Sofistlerden Protagoras ve Gorgias özellikle ön plana çıkar. Onlara göre, duyularımız aracılığıyla edindiğimiz bilgilerde çeşitli algı yanılmaları meydana gelir. Örneğin, suya daldırılan düz bir çubuğun kırık gibi görünmesi bu tür bir algı yanılmasının sonucudur.
Duyularımızı kullanarak elde ettiğimiz bilginin her zaman doğru olmayabileceği, hatta çoğu zaman hatalı olabileceği düşüncesi hakimdir. Bu sebeple, onlara göre mutlak ve kesin bir bilgiden bahsedilemez. Bilginin göreceli olduğu ve bu göreceliğin de kişiden kişiye değişiklik gösterdiği düşünülür. Bu felsefede rölativizm olarak bilinir.
Protagoras’ın “İnsan her şeyin ölçüsüdür” söylemi, bir şeyin doğruluğunun veya yanlışlığının tamamen bireyin perspektifine bağlı olduğunu vurgular. Gorgias da benzer bir yaklaşımla, “Bir şey var olamaz, var olsa bile onu bilemeyiz, bilsek dahi onu ifade edemeyiz” diyerek ortak bir bilgi zemini oluşturmanın zorluğuna işaret eder.
Kısacası sofistler; “hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyiz” görüşüyle kuşkuculuk, “evrensel biçimde geçerli olan ahlak yoktur” görüşüyle görecelik, “yararlı olan doğrudur, iyidir, güzeldir” görüşüyle yararcılık anlayışının savunucuları olmuşlardır.
Sofistler, tıpkı bilgi anlayışlarında olduğu gibi ahlak konusunda da göreceli bir yaklaşım benimserler. Onlara göre iyi ve kötü kavramları bireyin kendi içerisinde şekil bulur. Bu göreceli perspektife bağlı olarak, herkes için geçerli olan ve herkesin takip etmesi gereken kesin bir ahlaki yasanın olması mümkün değildir.
Sokrates
Sokrates, ahlak konusunda derinlemesine düşünen ilk filozoflardan biridir. Onun ahlaki perspektifi Platon, Aristoteles gibi pek çok büyük filozof üzerinde önemli bir etki bırakmıştır. Sokrates’in bu görüşleri, günümüzde de evrensel değere sahip olabilecek bir derinlik ve genişlik sunar.
Sokrates, Sofistlerin kesin bilginin ulaşılamaz olduğuna dair görüşlerini sorgular. Ona göre, ahlaki gerçekler mevcuttur ve bu gerçekler, Sofistlerin ileri sürdüğü gibi göreceli değillerdir. Sokrates’in ana ilkesi şöyledir: Bilgi, ahlak ve erdemi beraberinde getirirken, bilgisizlik kişiyi ahlak dışı hareketlere sürükler. Sokrates’e göre, insan doğuştan iyiye eğilimlidir. Kötü davranışlar, insanın bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Sokrates, özgün tartışma yöntemiyle insanların içlerinde doğuştan var olduğuna inandığı bilgileri aydınlatmaya çalışır. Tartışmaya, kendisinin hiçbir şey bilmediğini ifade ederek (bu duruşa ironi denir) başlar. Sonrasında “Cesaret ne demektir?” gibi basit sorularla konuşmayı ilerletir. Karşısındaki kişinin cevaplarından yola çıkarak yeni sorular sorar ve böylece onların kendi düşüncelerini sorgulamalarını teşvik eder. Tartışma esnasında, karşı tarafın argümanlarının eksikliklerini belirginleştirir. Bu süreç, kişinin içsel bilgisini hatırlamasına yardımcı olur. Doğru bilgi, bu yöntemle bir nevi kişinin kendi düşünce süreçleriyle ortaya çıkarılır.
⭐ Bu yöntem, günümüzde Sokratik Yöntem (maiotik yöntem) olarak bilinmektedir:
- Soru sorulur ➡️ Karşı taraftan verilen cevaplar için kanıt sunması istenir ➡️ Kanıtları desteklemeyen istisna örnekler sunulur ➡️ Sunulan örneklerin tekrar gözden geçirilmesi istenir ➡️ Sorgulamaya karşı görüş geçersiz kılınana kadar devam edilir ➡️ Karşı tarafın doğru bilgiyi görmesi sağlanır.
Platon ve Aristoteles’in Varlık, Bilgi ve Değer Anlayışları
Platon ve Aristoteles, felsefe tarihinin en önde gelen isimlerinden ikisidir. Bu iki filozofu çağdaşlarından ayıran en önemli özellik, felsefenin çeşitli alanlarına yönelik düşüncelerini belirgin bir sistem içinde sunmaları ve felsefe alanında yazılı eserler bırakmış olmalarıdır.
Platon ve Aristoteles; felsefi tartışmaların temel sorunlarını belirleyerek, bu sorunlara karşı tutarlı ve kapsamlı argümanlar geliştirmişlerdir. Onların geniş çaplı ve bütünsel yaklaşımları, onları felsefe tarihinin ilk “sistem filozofları” olarak tanımlamamıza neden olur.
Platon, idealizmin temellerini atarak, ideal düşünce dünyasının önemini vurgularken; Aristoteles, realizm akımının öncüsü olarak, somut ve gözlemlenebilir dünyaya odaklanmıştır. Her ikisi de sonraki filozoflara ilham kaynağı olmuş ve onlara felsefi düşünce yollarını göstermiştir.
Platon
Platon, hem MÖ 6. ve MS 2. yüzyıllar arasında hem de tüm zamanlar boyunca en etkili filozoflardan biri olarak kabul edilir. Onun, felsefenin çeşitli konularını ele alışı ve önceki düşünürlerin fikirlerini birleştirerek kendi düşüncesini oluşturması, onu özel kılmıştır. Platon, siyaset, sanat, din ve eğitim gibi çeşitli alanlarda kendi felsefesini tutarlı ve bütünsel bir şekilde ifade eden ilk sistemli filozof olarak kabul edilir.
Sokrates’in öğrencisi olan Platon, ilk üniversite olarak kabul edilen “Akademia”yı kurmuştur. Akademia’da dönemin bütün seçkin bilim insanları ve filozofları felsefe ile uğraşmıştır. Aynı zamanda bu okulda geometri, zooloji ve botanik dersleri de verilmiştir.
Platon, herkes için geçerli ve değişmez bir gerçeklik arayışına girmiş ve bu arayışı sonucunda felsefesinin temelini oluşturacak olan idealar dünyası kavramını geliştirmiştir. Onun gerçeklik hakkındaki düşünceleri, idealar kuramı adı altında tanımlanmıştır.
Platon yaşamı boyunca sofistlerin bilgi kuramına karşı savaşmıştır. Bilgiyi görelilikten (relativizm) ve şüphecilikten (septisizm) kurtarmaya çalışmıştır. Sofistlerin sanı ile bilgiyi karıştırdıklarını belirtmiş ve ikisinin birbirinden ayrı tutulması gerektiğini iddia etmiştir.
Platon’un Varlık Anlayışı
Platon’dan önceki filozoflar, varlık ve onun değişimi üzerine çeşitli düşüncelere sahiptir. Platon, bu düşünceleri değerlendirerek “idealar kuramı” adını verdiği kendi varlık anlayışını geliştirmiştir.
Platon’a göre, gerçek varlık değişmez olmalıdır; aksi takdirde onun bilgisine erişilemez. Platon’un varlık anlayışının merkezinde akılla anlaşılabilen, değişmez, kendi kendine sebep olan gerçek varlıklar olan idealar bulunur. İdealar, duyusal dünyanın ötesindedir ve duyusal dünyada yer alan varlıklar, bu idealardan nasibini alarak meydana gelen fenomenlerdir. Bu varlıklar, ideaların yani gerçekliğin birer yansımasıdır.
Örneğin; çevremizde birçok çiçek gözlemleyebiliriz ve bu çiçekleri duyu ve algılarımız sayesinde ayrı ayrı tanırız. Ancak, bu bireysel çiçeklerden hareketle daha geniş ve kapsayıcı bir “çiçek” kavramını oluştururuz. Bu genel fikirler, yani tek tek çiçeklerin özünü, temelini ve ilkesini ifade eden kavramlar, Platon’un idealar kavramıyla işaret ettiği şeydir.
Platon’un Bilgi Anlayışı
Platon; bilgi kavramını geliştirirken, varlık anlayışından yola çıkarak gerçek varlık olan ideaların bilgisini, sadece bir yansıma olan fenomenlerin bilgisinden ayırır. İdeaların bilgisine ulaşmak, akıl yoluyla idealar dünyasından edinilen bir süreçtir. Bu süreçte, akıl, gerçek bilgiye ulaşmak için içsel bir yolculuğa çıkar ve bu, bir anımsama türüdür.
Platon’a göre, ideaların bilgisi doğuştan zihinde var olan bir şeydir ve bu bilgilere episteme adını verir. Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi bu kavrama dayanır. Ruh, doğum ve ölümle idealar ve fenomenler dünyası arasında seyahat eder. Bu seyahatler sırasında, idealar dünyasında edinilen bilgiler, fenomenlerin ışığı altında unutulur. Platon’un bilgi anlayışında, fenomenlere dayalı bilgiler gerçek bilgi olarak kabul edilmez; bunlar insanın sadece varsayım ve tahminlerini oluşturur.
Platon’un mağara alegorisine göre, insanlar bir mağaranın içinde, çocukluktan itibaren ayak ve boynundan zincirlere bağlı bir şekilde yaşarlar, hareket edemez ve yalnızca karşılarında bulunan duvarı görebilirler. Arkalarında yanan bir ateşin ışığında, insanlar tahta kuklalar taşıyarak geçerler. Mahpuslar, bu kuklaların mağaranın duvarına düşen gölgelerini izler ve bunları gerçek sanırlar. Onlar için gerçek, yalnızca bu gölgelerden ibarettir. Platon’a göre, mağaradaki gölgeler fenomenleri temsil ederken, kuklalar ise ideaları simgeler. İnsanların duyular aracılığıyla edindiği bilgilerin gerçek olduğunu düşünmeleri bir yanılsamadır. Gerçek bilgi, akıl yoluyla ulaşılan ideaların bilgisidir.
Platon’un Değer Anlayışı
Felsefede “değer” kavramı etik, siyaset ve sanat gibi çeşitli alanları kapsayan bir terimdir. Platon; etik, siyaset ve sanat görüşlerini, varlık anlayışına dayandırarak şekillendirir.
Platon’un idealar olarak adlandırdığı gerçek varlıkların en yücesi iyi idea olarak görülür. Platon, ahlak anlayışını bu düşünceye göre inşa eder. Ona göre ahlakın temeli mutluluktur ve mutluluğa, iyi ideasına yönelik çabalarla ulaşılır. İyi ideasına ulaşabilmek için onun bilgisini açığa çıkarmak gereklidir ve bu, erdemli, adil ve doğru olmayı gerektirir.
Platon siyaset felsefesini, insanların doğal istek ve ihtiyaçları sonucu ortaya çıkan “devlet” kavramı üzerinden ele alır. Ona göre, devletin varlık sebebi insanların “iyi”, “güzel” ve “doğru” bir yaşam sürdürmelerini sağlamaktır. Platon, bu amacın gerçekleşebilmesi için, yöneticilerin filozof olmaları gerektiğini vurgular. Çünkü ona göre yalnızca filozoflar iyi ideasının bilgisine erişebilirler. Filozofların erdemi, bilgelikte yatar ve bu bilge liderlik, insanların mutluluğunu garanti eder.
Platon, sanatın doğasını da kendi varlık anlayışı çerçevesinde değerlendirir. Onun görüşüne göre, eğer sanat, gerçekliğin zayıf bir yansıması olan fenomenlerin taklitlerini üretirse, sonuç olarak değersiz bir ürün meydana gelir. Bu durumda, sanat sadece bir yansımanın daha da soluk bir yansıması haline gelir. Platon’a göre, bir sanatçı, eserlerinde fenomenleri değil, ideaları başarıyla yansıttığında sanatta mükemmelliğe ulaşmış olur.
Aristoteles
Aristoteles, Platon’un öğrencisi olarak, sistemli felsefenin diğer önemli bir temsilcisidir. Aristoteles’in düşüncelerini kavramak için iki önemli açıdan yaklaşılabilir. İlki, onun eserlerinde önceki filozofların görüşlerini ele alması ve bu düşünceler üzerinden kendi çözümlerini sunmasıdır. Bu özelliğiyle, felsefe tarihinin ilk kronikçisi olarak kabul edilir. Aristoteles, problemlere sistematik bir bakış açısı getirmiş ve eğitici bir dil kullanmıştır.
İkinci açı ise onun felsefenin yanı sıra bilim, sanat gibi pek çok alana yaptığı katkılar ve bunların günümüze etkileridir. Özellikle 2. ile 15. yüzyıllar arasında Hristiyan ve İslam dünyalarındaki felsefeler üzerinde Aristoteles’in etkisi belirgindir. Onun fizik ve mantık üzerine yaptığı çalışmalar, bu dönemlerin düşünce yapısını şekillendirmede önemli bir rol oynamıştır.
Aristoteles, İslam dünyasında “ilk öğretmen” olarak anılır ve onun eserlerinin Arapçaya tercümesi, bilim ve felsefe alanlarında büyük ilerlemelere katkıda bulunmuştur. Bu çeviriler ve üzerine yapılan çalışmalar, bu alanlarda önemli gelişmelerin gerçekleşmesini sağlamıştır.
Aristoteles’in Varlık Anlayışı
Aristoteles, varlık kavramını, sürekli değişen görünümler üzerinden ele alır. O, maddelerin değişim sürecinde bile özlerini koruduğunu öne sürer. “Gerçek varlık nedir?” sorusuna ise, hocası Platon’un düşüncelerini eleştirerek yanıt verir. Platon; gerçek varlığı, fenomenlerden bağımsız olarak idealar dünyasında görmüştür, burada fenomenler bu ideaların sadece kopyalarıdır. Ancak Aristoteles; gerçek varlığın ayrı bir dünyada bulunmadığını, maddelerin özünde yer aldığını savunur. Ona göre, varlıkların değişimi, onların öz veya tözlerinin değişmesini gerektirmez. Aristoteles, varlıkların özünün korunarak dönüşümler yaşadığını ve farklı varlıklara evrildiğini iddia eder.
Aristoteles, değişim meselesini madde ve form arasındaki ilişki üzerinden incelemiştir. Onun görüşüne göre duyularla algılanabilen her nesne, bir forma bürünmüş maddedir. Her varlık, tek bir madde ya da birden çok maddenin bir araya gelmesiyle meydana gelmiş bir formdur. Bununla birlikte, bir varlık aynı zamanda başka bir formun oluşumunda kullanılan madde olabilir.
Aristoteles, doğada mevcut olan her şeyin bir sebebi olduğunu savunur. Onun teorisine göre, bir şeyin var oluşu ve dünya üzerindeki rolü, dört neden teorisiyle açıklanabilir:
- Maddi Neden: Kendisinde değişmenin ortaya çıktığı dayanak ya da malzemedir. Örneğin; heykelin yapıldığı mermer gibi.
- Formel Neden: Bir şeyi diğerlerinden ayıran genel kavramsal özdür. Örneğin; heykelin formu gibi.
- Etkin (Faal) Neden: Hareketin ya da değişmenin kaynağı olan nedendir. Örneğin; heykeli yapan heykeltıraş gibi.
- Ereksel (Amaç) Neden: Oluşu, devinmeyi belli bir amaca yönelten nedendir. Heykelin bir meydanı süslemek amacıyla yapılması gibi.
Aristoteles’in Bilgi Anlayışı
Aristoteles’in felsefesi, onun bilgiye yaklaşımı üzerine kuruludur. Aristoteles, insanların doğuştan bilgiye yönelik bir istek duyduğunu ifade eder ve “Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler.” der. Bu bakış açısı, Platon’un idealar kuramı ile her şeyin bilgisini açıklamasından farklıdır. Aristoteles’e göre bilgi, duyular ve mantık yoluyla elde edilir.
Aristoteles’in görüşüne göre bilgi, duyulara etki eden maddenin aldığı formdan kaynaklanır. İnsanlar, maddeleri potansiyel olarak algılar ve akıl yoluyla bunların özünü kavrar. Bir nesnenin bilinmesi, onun nedenlerinin anlaşılmasıyla eşdeğerdir. Aristoteles için bilgi, doğru genel önermeler ile özel önermeler arasında mantıksal bağlantılar kurularak oluşturulur; bu bilgi, nesnenin özüne ilişkin ve onun nedenlerine dair bilgileri içerir.
Aristoteles’in düşüncesine göre bir nesnenin ne olduğunu ifade etmek için, o nesneyi bir kategori ile ilişkilendirmek zorunludur. Örneğin, “Bu bir masa.” ifadesiyle karşılaşılan nesne, masa kategorisi altında tanımlanır. Bu tanım, zihinde var olan kategorilere dayanarak mümkündür. Bu nedenle, bir varlığın bilgisi, onun ait olduğu kategoriler aracılığıyla elde edilebilir.
⭐Aristoteles’e göre bilgi ve bilme eylemi şu bilimlerden oluşmaktadır:
- Mantık
- Matematik
- Fizik
- Metafizik
Aristoteles’in Değer Anlayışı
Aristoteles’in etik üzerine düşünceleri, “Nikomakhos’a Etik” isimli çalışmasında bulunur. Bu eser, Aristoteles’in oğlu Nikomakhos’a ithaf edilmiştir ve genellikle Aristoteles’in vefatından sonra Nikomakhos tarafından yayımlanmış olduğu kabul edilir.
Aristoteles, her eylemin temelinde iyiye yönelik bir arzu olduğunu ileri sürer ve iyi olmanın ne anlama geldiğini inceler. Her eylemin, iyiye yönelik bir amacı olduğunu ve insanların bu iyilik arayışı içinde mutluluğu bulduğunu vurgular. Ona göre, mutluluk en yüce ve en tatmin edici hedeftir. “Mutluluk ruhun gayesidir.” diyen Aristoteles, bu gayeye uygun davranışları erdemli davranışlar olarak tanımlar. Bu nedenle, onun felsefesinde erdemlerin incelenmesi önemlidir, çünkü bu erdemler insan ruhunun bir parçasıdır ve insanın temel niteliklerinden biri olarak erdem görülür.
Aristoteles, erdemleri iki kategoriye ayırır: düşünsel ve karakter erdemleri. Düşünsel erdemler eğitimle kazanılırken, karakter erdemleri alışkanlıklar yoluyla geliştirilir. Karakter erdemleri, kişinin çevresel etkileşimlerinden kaynaklanan erdemlerdir. Aristoteles, insan davranışlarında aşırılığın veya yetersizliğin uygun olmadığını ve mutsuzluğa yol açtığını ifade eder. Erdemlilik, bu iki uç arasında bir denge bulmayı gerektirir. Fazlalık ya da eksiklik, eylemlerin erdemliliğini bozar. İnsan, kendi seçimleriyle bu dengeyi sağlar ve erdemlilik bu dengeye bağlıdır. Bu kavram, modern zamanlarda sıklıkla “altın orta yolu” olarak adlandırılır.
Aristoteles’in “Nikomakhos’a Etik” eserinde sunduğu fikirler, aynı zamanda onun siyasetle ilgili görüşlerinin temelini oluşturur. Mutluluk için gerekli olan doğru çevrenin toplumsal yaşam olduğunu savunur. Sosyal olmayan insanların mutlu olamayacağını vurgular.
“İnsan doğası gereği siyasi bir varlıktır.” sözüyle, mutluluğun anahtarının sosyal ve siyasal düzen içinde olduğunu belirtir. Devletin, bireylerin mutluluğunu sağlamak için yapacağı düzenlemelerin önemli olduğunu ifade eder. Aristoteles’in erdem ve iyilik üzerine kurduğu ahlaki davranışların açıklaması, modern dünyada toplumun bir üyesi olarak insanın sorumluluklarının anlaşılması açısından değerlidir.