1960 Sonrası Türk Dış Politikasını Etkileyen Gelişmeler

📅 26 Ocak 2023|21 Ocak 2023
1960 Sonrası Türk Dış Politikasını Etkileyen Gelişmeler

Konu Özeti

Yunanistan, Kıbrıs'ta enosis amacı ile hakimiyet kurmak istemiştir. Aynı zamanda Türkiye Yunanistan ile Ege Adaları Sorunu, Kıta Sahanlığı Sorunu ve Batı Trakya Türk Azınlık Sorununu yaşamıştır. Ermenistan ile ise ASALA terör örgütü faaliyetleri ile soykırım konusunda problem yaşamıştır.

Bu konuda
  • Kıbrıs sorunun nedenlerini ve Kıbrıs Barış Harekatı'nın sonuçlarını
  • Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları
  • Ege Adaları, Kıta sahanlığı ve Batı Trakya Türkleri sorunlarının nedenlerini ve sonuçlarını
  • Türkiye-Ermenistan ilişkilerini
öğreneceksiniz.
Instagram Logo
Bikifi Instagram'da

Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıs Barış Harekatı

Kıbrıs Sorunu’nun Ortaya Çıkması

Kıbrıs Adası; Türkiye’nin Akdeniz güvenliği için çok önemli bir konumdadır. Osmanlı Padişahı II. Selim Dönemi’nde 1571 Kıbrıs Seferi sonucunda Ada Türk egemenliğine girmiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliğindeki Kıbrıs Adasının idaresi geçici olarak İngiltere’ye bırakılmıştır. 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı’nda ise İngiltere, Kıbrıs Adası’nı imparatorluğuna kattığını ilan etmiştir. 1923 Lozan Barış Antlaşması ile Kıbrıs Adası resmen İngiliz egemenliğine bırakılmıştır.

1974 Kıbrıs Barış Harekatı sürecini başlatan Kıbrıs sorunu; II. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’ın Ada ile ilgilenmesiyle ortaya çıkmıştır. Yunanistan 1951’de Ada’nın kendi yönetimine bırakılması için İngiltere’ye başvurmuş fakat olumsuz cevap almıştır.

Yunanistan, 1954’te Birleşmiş Milletlere başvurarak Kıbrıs’ın kendi kaderini belirlemesi için Ada’da halk oylaması yapılmasını talep etmiştir. Yunanistan’ın amacı; halk oylamasıyla Ada’nın çoğunluğunu oluşturan Rumlar sayesinde Kıbrıs’ın kendisine bağlanmasını sağlamaktır. Yunanistan’ın bu girişimi de BM tarafından kabul görmemiştir. Fakat bu girişim, Türkiye’nin de Kıbrıs Sorunu ile ilgilenme sürecini başlatmıştır.

Yunanistan’ın girişimlerinin reddedilmesi üzerine Kıbrıslı Rumlar, EOKA adlı bir terör örgütünü kurmuşlardır. EOKA’nın amacı ise; İngilizlere ve Türklere karşı şiddet kullanarak Ada’yı İngilizlerden ve Türklerden temizleyerek Rumlaştırmak ve daha sonra Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmaktır.

EOKA adlı terör örgütünün saldırılarını artırması ve Kıbrıs Ada’sındaki olayların bunalıma dönüşmesi üzerine İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı görüşmeye davet ederek sorunu çözmek istemişse de 1955’te toplanan Londra Konferansı’ndan bir sonuç alınamamıştır. Çünkü üç devletin de Kıbrıs Adası ile ilgili çözüm önerisi farklı olmuştur. İngiltere Ada’ya özerklik önerirken Yunanistan halk oylamasında ısrar etmiş, Türkiye ise var olan durumun korunmasını ya da Ada’nın kendisine bırakılmasını istemiştir.

EOKA terör örgütünün saldırılarının Türklerin katliamına dönüşmesi üzerine Türkiye, daha gerçekçi gördüğü taksim tezini, yani Ada’nın Türk ve Rum toplumları arasında bölüşülmesini önermiştir. Türkiye’nin bu önerisine İngiltere ve Yunanistan sıcak bakmamıştır. Çözümsüzlük sürdükçe Rumların baskısı ve şiddeti de artmıştır. Bu nedenle Kıbrıslı Türkler 1957’de TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurarak kendilerini savunmaya başlamıştır.

1958’de ise İngiltere tarafından Mac Millan Planı ortaya atılmıştır. Bu plana göre; Ada’da İngiltere, Türkiye ve Yunanistan iş birliğine dayalı üçlü bir yönetim kurulacaktır. Oluşan durum karşısında Yunanistan, İngiltere’nin planını görüşmeyi kabul etmiş ve 1959’da Türkiye ile Yunanistan arasında Zürih’te başlayan görüşmelerde Kıbrıs Adası’nın bağımsız bir devlet olması fikri kabul edilmiştir. 11 Şubat 1959’da imzalanan Zürih Antlaşması’yla Kıbrıs’ın bağımsızlığı resmileşmiştir. Böylece ne Yunanistan’ın enosis fikri ne de Türkiye’nin taksim fikri benimsenmiştir.

Londra Antlaşması ile;

  • Türk ve Rum toplumları kendilerini ilgilendirecek işleri toplum meclislerinde yürüteceklerdir.
  • Yürütmenin başkanı olan cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacaktır.
  • Cumhurbaşkanı, üyelerinden üçünün Türk, yedisinin Rum olacağı bakanlar kurulu ile görevini yürütecektir.
  • Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzeninin sürekliliği İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantisi altında olacaktır.
    • Böylece Türkiye ve Yunanistan da aynı hukuki haklara kavuşmuştur.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması, Kıbrıs Anayasası’nın yürürlüğe girmesi ve uluslararası antlaşmalar, Ada’da yaşanan sorunları bitirmemiştir. 1960-1963 yılları arasında Rumlar, antlaşmalarla Türklere tanınan hakların verilmesini geciktirmişlerdir.

Rumlar, enosis fikrini hayata geçirmek için Akritas Planı adı verilen bir proje hazırlamıştır. Rumların planına göre anayasada yapılmak istenilen değişiklikler, Türkiye ve Ada’daki Türk toplumu tarafından reddedilmiştir. Rumlar ve Türkler arasında da gerginlik iyice artmıştır. Rumlar Akritas Planı gereğince genel saldırıya geçmiştir ve Türkleri katletmiştir. Yaşanan bu cinayetlere ve katliama Kanlı Noel denilmiştir. Kanlı Noel olaylarından sonra Türk savaş uçakları Rumları ihtar etmek için Kıbrıs üzerinde uçmaya başlamıştır. Bu hava harekatı sırasında Ada üzerinde uçuş görevinin komutanı Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağı, Rumlar tarafından düşürülmüş ve esir düşmüştür. En sonunda da Rumların işkencesi ile şehit olmuştur.

Olayları sakinleştirmek amacıyla Lefkoşa’nın Rum ve Türk tarafını birbirinden ayırmak için İngiltere tarafından Yeşil Hat adı verilen bir sınır çizilmiştir. Türkiye, dünya kamuoyuna Ada’daki olayların devam etmesi halinde garantör olarak müdahale edeceğini duyurmuş, bu tutum Yunanistan ile olan ilişkileri gerginleştirmiştir.

Yunanistan, Kıbrıs’a çok sayıda asker göndermiş ve Rum Milli Muhafız Teşkilatı, Türklere karşı sistematik olarak etnik bir temizliğe başlamıştır. Bu durumun üzerine Türk savaş uçakları tekrar Ada üzerinde uçuşlara başlamıştır. Uluslararası toplumun da tepki göstermesiyle Rumların saldırıları tekrar durdurulmuş ve Ada’daki Türkler ve Rumlar fiilen birbirlerinden kopmuştur. Bu gelişme üzerine Kıbrıs’taki Türk toplumu, 1967’de Dr. Fazıl Küçük önderliğinde Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi’ni kurmuştur. 1971’de geçici ifadesi kaldırılarak oluşum Kıbrıs Türk Yönetimi’ne dönüşmüştür.

Kıbrıs Barış Harekatı “Ayşe Tatile Çıktı”

15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta Yunanistan’a bağlı subaylar askeri bir darbe yapmış ve Cumhurbaşkanı Makarios devrilmiştir. Yerine EOKA’ya bağlı Nikos Samson’u geçmiş ve Kıbrıs Elen Cumhuriyet ilan edilmiştir. Kıbrıs Anayasası’na aykırı olarak yapılan ve Ada’yı Yunanistan’a bağlamak demek olan harekete Türkiye sert tepki göstermiştir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs’ta barışı ve anayasal düzeni yeniden sağlamak için Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirmiştir. Barış Harekatı, planlara tam uygun bir şekilde gerçekleştirilerek belirlenen hedeflere ulaşılmıştır. Durumun Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaşa dönüşmesi tehlikesi karşısında Birleşmiş Milletler taraflara ateşkes çağrısında bulunmuş ve bu doğrultuda 25 Temmuz 1974’te taraflar Cenevre Konferansı’nda toplanmıştır. Konferansın sonuçsuz kalması üzerine Türkiye 14 Ağustos 1974’te İkinci Barış Harekatı’na başlamıştır.

İkinci Barış Harekatı ile Lefke-Lefkoşa-Magusa hattı çizilmiş ve adanın üçte biri Türk kontrolüne geçince harekat sona ermiştir. Kıbrıs Barış Harekatı sonunda Ada’daki Türk toplumu 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurmuştur. Başkanlığa seçilen Rauf Denktaş’ın temsil ettiği Türk tarafı, Rum tarafı ile yaptığı görüşmelerden bir sonuç elde edememiştir. Bunun üzerine Rumlar, Kıbrıs Sorunu’nu 1983’te Birleşmiş Milletlere taşımıştır.

BM Genel Kurulu 13 Mayıs 1983’te; Küba, Yugoslavya, Cezayir, Mali, Hindistan, Guyana ve Sri Lanka’nın oylarıyla Rum tasarısını kabul etmiş ve Türk tarafının siyasal oluşumunu tanımamıştır. Tasarı; Türkiye, Pakistan, Malezya, Somali ve Bangladeş tarafından ise reddedilmiştir. ABD ve İngiltere oylamada çekimser kalmıştır.

BM Genel Kurulunun bu kararından sonra Kıbrıs Türk toplumu Türkiye’nin desteğiyle 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık kararı Kıbrıs sorununda yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır.

Türk-Yunan İlişkileri

Ege Adaları Sorunu

Ege Adalarının silahlandırılması da Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açan meselelerden biridir. Yunanistan bağımsız bir devlet olduktan sonra Ege Adaları’ndan bir kısmını ele geçirmiştir. Balkan Savaşları’ndan sonra imzalanan 1913 tarihli Londra Antlaşması’ndan bir yıl sonra alınan kararla yalnızca Gökçeada, Bozcaada ve Meis Türkiye’ye bırakılmış; Taşoz, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız ve Sisam Yunanistan’a verilmiş; Rodos ve 12 Ada ise İtalyanların elinde kalmıştır. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra Türkiye ve İtilaf Devletleri arasında yapılan Lozan Barış Antlaşması’nda, Bozcaada ve Gökçeada Türkiye’ye bırakılmış; On İki Ada ise İtalya’da kalmıştır. Lozan Barış Antlaşması’na göre Anadolu Yarımadası’na yakın adaların silahtan arındırılmış olmalıdır.

İtalyanların II. Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine 1947 Paris Antlaşması’yla İtalya, askeri üsler kurmamak ve silah yığınağı yapmamak kaydıyla On İki Ada’yı Yunanistan’a bırakmıştır. Böylece Yunanistan, yerleştiği Ege Adaları aracılığıyla Batı Anadolu kıyılarına kadar sokulmuştur. On İki Ada’yı elde eden Yunanistan, özellikle 1963 Kıbrıs Bunalımı’ndan sonra, Lozan ve Paris Antlaşmaları’na aykırı olarak Ege Denizi’ndeki adaları silahlandırmıştır.

Yunanistan’ın Türkiye’nin Ege Denizi’ndeki var olan haklarını kaldırarak Ege Denizi’ni bir Yunan denizi haline getirmek istemesi, Türkiye tarafından sert tepkiyle karşılanmıştır. Böylece Türkiye ve Yunanistan arasındaki Kıbrıs Meselesi’ne Ege Adaları Meselesi de eklenmiş oldu.

Kıta Sahanlığı Sorunu

Kıta sahanlığı meselesi; 1973’te Türkiye’nin Ege Denizi açıklarında petrol aramak üzere Türkiye Petrolleri Anonim Şirketine arama ruhsatı vermesiyle başlamıştır. Yunanistan, söz konusu bölgenin Yunan karasularına ait olduğunu ve Türkiye’nin bu konuda ruhsat vermeye yetkisi olmadığını iddia etmiş; Türkiye ise coğrafi olarak Anadolu’nun doğal uzantısının Ege Denizi’nin altından ruhsat verilen bölgelere kadar uzandığını, buraların kendi kıta sahanlığı içerisinde yer aldığını savunmuştur.

1976’da Sismik-I adlı Türk araştırma gemisinin Ege Denizi’ne savaş gemileri korumasında açılması, Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getirmiştir. Yunanistan’ın sorunu BM Güvenlik Konseyi’ne ve ardından Uluslararası Adalet Divanı’na taşıması sonuçsuz kalmıştır. İki taraf arasında yapılan müzakerelerden de bir sonuç çıkmamıştır.

Kıta sahanlığı sorununda Türkiye ya da Yunanistan’ın tezlerinden birinin kabul edilmesi, Ege Denizi’nin hukuki yapısının değişmesi demektir. Bu sebeple tarafların inisiyatifleriyle kıta sahanlığı meselesi hallolmadan olduğu gibi bırakılmıştır.

📚EK BİLGİ:

Kıta Sahanlığı= Hukuki anlamda kıta sahanlığı, kıyı devletinin, kara sularının ötesinde fakat kıyıya bitişik su altı alanlarında egemen haklara sahip olduğu deniz alanına denir.

Batı Trakya Türk Azınlık Sorunu

Yunanistan’ın, Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığa karşı takındığı olumsuz tutum, iki ülkenin ilişkilerini doğrudan etkilemiştir.

Batı Trakya; Trakya Bölgesi’nin günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde kalan batı kısmıdır. Doğuda Meriç Nehri’nden, batıda Mesta-Karasu Nehri’ne kadar olan bölgeye bu ad verilmektedir. Bölge I. Balkan Savaşı sonucunda Osmanlı Devleti’nin Midye-Enez hattının batısından çekilmesiyle Türk egemenliğinden çıkarak Bulgaristan hakimiyetine girmiştir. II. Balkan Savaşı sırasında Türk birlikleri Edirne’yi geri almalarına rağmen Meriç Nehri’nin batısına ilerleyemediğinden Batı Trakya düşman işgalinden kurtarılamamıştır.

Bulgar çetelerinin Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türklere şiddet uyguladıklarına dair haberlerin çıkması üzerine Batı Trakya’yı işgalcilerden temizlenmiştir. Gümülcine’yi alarak 31 Ağustos 1913’te “Batı Trakya Türk Cumhuriyeti”ni kurmuştur. Türk tarihinin en kısa ömürlü devleti olan bu devlet aynı zamanda Türk tarihinde kurulan ilk cumhuriyet de olmuştur. Fakat bir yandan büyük devletlerin tehditleri diğer yandan İstanbul Hükümeti ile Bulgaristan arasında İstanbul Antlaşması’nın imzalanmasıyla Batı Trakya resmen Bulgaristan’a bırakılmıştır.

I. Dünya Savaşı’nda ise Batı Trakya, Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonraki işgal yıllarında Edirne’de 1919’da kurulan Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniye Cemiyetinin amacı Trakya Cumhuriyeti’ni kurmak olmuştur. Fakat Batı Trakya, 1913’te Bulgaristan’a bırakılmış olsa da Milli Mücadele Dönemi’nde Balkanlarda yitirilen toprakların ve yabancı yönetim altında bırakılmak zorunda kalınan Türk azınlıkların bir simgesi olmuştur. Çünkü Misak-ı Milli’nin üçüncü maddesinde özel olarak Batı Trakya’da halk oylamasına başvurulması istenmiştir. Lozan Barış Konferansı’nda da Türkiye bölgede bir halk oylaması yapılmasını isterken Yunanistan Türkiye’nin bölgeyi 1913’te kaybettiğini ve burada söz hakkı olmadığını savunmuştur. Böylelikle Batı Trakya, Lozan Barış Konferansı’nda Yunanistan’a bırakılmıştır.

Batı Trakya konusu Türkiye ve Yunanistan arasında mübadele yapılması söz konusu olunca tekrar gündeme gelmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan mübadele antlaşmasına göre Batı Trakya’daki Müslümanlar yerleşik sayılacaklar ve mübadele dışı kalacaklardır. Lozan Barış Antlaşması’nda hem Türkiye hem de Yunanistan azınlıklar için birtakım kültürel haklar tanımışlardır. Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye, Yunanistan’la imzaladığı her antlaşma ve protokolde Türk azınlığın haklarını metne dahil ederek pekiştirmiştir. Buna rağmen Yunanistan verdiği taahhütlere rağmen Batı Trakya Türklerini sistemli bir şekilde asimilasyona tabi tutma ve yıldırarak göç ettirme politikası izlememiştir.

Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine uyguladığı baskılar;

  • Batı Trakya’daki Türk kimliği inkar edilerek bölgedeki Türkler, Yunan resmi makamlarınca ‘Müslüman azınlık’ olarak kabul edilmektedir.
  • Lozan Barış Antlaşması’na göre Türklere tanınan vakıf ve kurum kurma hakkı önlenmiştir.
  • Batı Trakya’daki Türk okullarında eğitim, özellikle Yunan öğretmenlere verdirilmektedir.
  • 1977’de çıkarılan iki yasayla; Lozan Barış Antlaşması, 1951 Türk-Yunan Antlaşması ve 1968 Türk-Yunan Kültür Protokolü ihlal edilerek Batı Trakya Türklerinin Türkçe eğitim hakları ellerinden alınmıştır.
  • Lozan Barış Antlaşması çerçevesinde Müslüman Türklere tanınması gereken dini haklar tanınmamaktadır. Türkler kendi müftülerini seçememektedir.

Fakat tüm baskılara rağmen Batı Trakya Türkleri milli kimliklerini korumuşlardır. Türkiye bu konularda Yunanistan ile dönem dönem sorunlar yaşamaktadır. Türkiye, uluslararası alanda imzalanan antlaşmaların verdiği hukuki haklar doğrultusunda Batı Trakya Türklerinin haklarını savunmaktadır.

Ermenilerin Faaliyetleri ve ASALA Terör Örgütü

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesiyle Osmanlı Devleti Ermenilerle ilgili ıslahat yapmayı kabul etmiştir. Osmanlı topraklarında faaliyete başlayan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden terör örgütleri, 19. yüzyıldan başlayarak Osmanlı topraklarında şiddetin artmasına neden olmuştur.

I. Dünya Savaşı sırasında da Ermeni çetelerinin Rus ordusu saflarında savaşmaları ve cephe gerisinde Türk köylerine saldırmaları üzerine Osmanlı Devleti; 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılan Sevk ve İskan Kanunu ile 1915’te Ermeniler, Suriye bölgesine zorunlu göçe tabi tutulmuştur. Milli Mücadele’de ise Ermeni çeteleri durdurulmuş ve Ermenistan’ın saldırgan faaliyetlerine son vermek için taarruza geçilmiştir. Kars ve Ardahan Ermenilerden geri alınmıştır. 1920’de TBMM Hükümeti ve Ermenistan arasında imzalanan Gümrü Antlaşması’yla Ermenilerin yıkıcı faaliyetleri de son bulmuştur.

Batılı devletler ve Ermeni lobisinin kışkırtmaları sonucunda Ermeni şiddeti tekrar canlanmıştır. Bu yeni dönemde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan “Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” isimli terör örgütüdür. Bu terör örgütünün adının kısaltılmış şekli “ASALA”dır.

ASALA terör örgütü yurt dışındaki Türk temsilcilik ve kuruluşlarına, Türk diplomat ve büyükelçilik görevlilerine yönelik silahlı saldırılar düzenlemeye başlamış ve başlattığı terör gittikçe artmıştır. Avrupa, çeşitli doğu ülkeleri, Suriye ve Lübnan’da üsler edinen Ermeniler; Kıbrıs Rum Yönetimi’nden ve Yunanistan’dan lojistik ve siyasi destek alarak eylemlerini sürdürmüştür. ASALA terörü, 1973’te Mıgırdiç Yanıkyan adlı bir Ermeni’nin Türkiye’nin Los Angeles Büyük Elçisi Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir’i şehit etmesiyle başlamıştır. 1973-1984 yılları arasında Türk diplomat ve temsilciler şehit edilmiştir.

Ermeni terör örgütü ASALA, 15 Temmuz 1983’te Paris’in Orly Havaalanı’ndaki Türk Hava Yolları bankosuna yerleştirdiği bombayı patlatması ile Avrupa’daki desteğini kaybetmiştir. ASALA’nın Türkiye’de yaptığı ilk ve en kanlı eylem olan Esenboğa Havalimanı saldırısı olmuştur. Avrupa’dan desteğini de kaybeden ASALA örgütü 1994’ten sonra etkisini yitirmiştir.

Ermenilerden sonra Türkiye’nin ikili ilişkilerinde gerginlik yaşadığı bir diğer ülke ise ABD olmuştur. Bunun nedeni ise; Ermenilerin nüfus olarak en yoğun yaşadığı ülkelerden birisinin ABD olmasıdır. Ermenilerin fazla olması, ABD için büyük bir seçmen kitlesi demektir. Bu durumu kullanan Ermeniler ise Türkiye’yi soykırım yapan bir ülke olarak tanıması için ABD’li yöneticileri ikna etmeye çalışmışlardır. ABD hem Türkiye’nin müttefikliğini hem de Ermeni lobisini kaybetmemek için her yıl 24 Nisan yıl dönümlerinde “soykırım” kelimesi yerine “katliam, trajedi” gibi kelimeler kullanmış ve tarafları dengeleme yolunu seçmiştir.

Avrupa’da ise Ermeniler istediği destekleri görememişlerdir. Avrupa’da Türkiye’ye karşı olumsuz tavır takınan tek ülke Fransa olmuştur. Fransa, Avrupa Birliğine kabul edilme sürecinde Türkiye aleyhine bir tutum içerisine girmiştir. Aynı zamanda Avrupa’daki Ermeni diasporaları gerek yerel yönetimler düzeyinde daha sonraları ise Avrupa devletlerinin parlamentolarında lobi faaliyetleri yürütmüşlerdir. Ermeni lobisi, AB’nin genel tavrının, Türkiye’yi soykırım yapan ülke olarak tanımlanmasından yana olması için çalışmaktadır.

Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir diğer ülke de Rusya’dır. Rusya, Ermenistan lehinde tutum sergilemektedir. Rus Meclisi iki kez, 1995 ve 2005 yıllarında, Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden kararlar almıştır. Bunun yanında Rus yöneticileri, Rusya’daki güçlü Ermeni lobisinin etkisiyle 24 Nisan’da yapılan sözde soykırım anma törenlerine katılmakta ancak Türkiye’yi incitecek sert ifadelerden de kaçınmaktadırlar.

Türkiye ise sorunun çözümünün siyasi olmadığını, tarihi bir mesele olduğunu savunmaktadır. Bu sebeple bir tarih komisyonunun kurulmasını ve bu komisyonun da tarafsız olarak tarihi belgeler ışığında olayı çözüme kavuşturmasını istemektedir. Fakat Ermenistan bilimsellikten uzak fanatik söylemlerle diğer ülkelere asılsız soykırım iddialarını kabul etmeleri için diplomatik baskı uygulamaktadır.

✍ Ders Notları
8 Ders Saati📂 12. Sınıf Tarih
Bu Yazıda Geçen Terimler
Bu Yazıda Geçen Kişilerin Biyografileri
Benzer İçerikler
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938)
Tarih

Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938)

İçeriğe Git>
Osmanlı Topraklarını Paylaşma Mücadelesi
Tarih

Osmanlı Topraklarını Paylaşma Mücadelesi

İçeriğe Git>
1990 Sonrası Türkiye’deki Gelişmeler
Tarih

1990 Sonrası Türkiye’deki Gelişmeler

İçeriğe Git>
1960 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler
Tarih

1960 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler

İçeriğe Git>
Milli Mücadele’de Batı Cephesi
Tarih

Milli Mücadele’de Batı Cephesi

İçeriğe Git>
İhtilaller Çağı
Tarih

İhtilaller Çağı

İçeriğe Git>
Copyright © 2024 Bikifi
Star Logo
tiktok Logo
Pinterest Logo
Instagram Logo
Twitter Logo