Skolastik Düşünce ile Modern Düşüncenin Temel Farkları
Skolastik terimi, 2-15. yüzyıllar arasında Hristiyan felsefesini tanımlamak için kullanılır ve “okul felsefesi” anlamına gelir. Bu dönemin sonlarında kurulan üniversiteler, skolastik felsefenin en iyi kavrandığı yerler olmuştur. Skolastik felsefe, Hristiyan inancının öğretilerini akıl yoluyla açıklama çabasının bir ürünüdür. Bu felsefede teoloji merkezi bir rol oynar ve felsefi açıklamalar, dini inançlara uygun şekilde yapılır.
Akıl ve inanç arasındaki ilişkide, aklın yetersiz olduğu ve bu yetersizliğin inanç yoluyla giderilebileceği vurgulanır. Sadece aklın değil, bireyin de yetersiz olduğu düşüncesiyle kiliseye tam bir bağlılık gerektiği savunulur. Skolastik düşünce, bireysel yaşamın yanı sıra toplumsal yaşamın genelinde de etkili olmuş; yönetim, ekonomi ve hukuk gibi alanlarda din, temel belirleyici unsur olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde bilimsel araştırmalara pek ihtiyaç duyulmamış, doğa hakkında yapılan açıklamalarda, örneğin Aristoteles’in fizik teorilerinde olduğu gibi, bazı bilimsel iddialar tartışmasız doğru olarak kabul edilmiştir.
Skolastik Dönem’in sona ermesiyle, bu dönemin düşünce yapısına ait öğelerde büyük bir dönüşüm yaşanmıştır. Rönesans’ın başlaması ve 17. yüzyılda bu değişimin daha da pekişmesiyle ortaya çıkan düşünce yapısına modern düşünce denir. Skolastik felsefenin hem düşünce alanında hem de yaşamın çeşitli yönlerindeki etkinliği, modern düşüncenin de benzer şekilde hayatın her alanında etkili olmasına yol açmıştır. Modern düşüncede, felsefe bilimi temel alarak gelişmiştir. Birey ve bireyin düşünceleri ön plana çıkarılmış, akıl bilimsel yöntemleri rehber edinmiştir. İnanç ve akıl gibi birbirinden farklı kabul edilen iki alan, artık birbirinden bağımsız olarak ele alınmıştır.
Skolastik Düşünce
- Felsefenin konusu dindir.
- Teoloji, felsefeye egemendir.
- Hayatın tüm unsurları dine bağlıdır.
- Bilim, Tanrı’nın yarattığını anlamak için
önemlidir. - Doğa, din ve akıl ile açıklanabilir.
- Birey geri plandadır.
- İnanç merkezlidir.
- Düşünürler, kiliseye bağlıdır.
- Hukuk, kilisenin etkisindedir.
Modern Dü şünce
- Felsefenin konusu insan, doğa ve evrendir.
- Bilim felsefeyi etkilemiştir.
- Toplumsal hayat dünyevidir.
- Bilim, sağlayacağı yarardan dolayı önemlidir.
- Doğa, deney ve akılla açıklanabilir.
- Birey ön plana çıkmıştır.
- İnsan merkezlidir.
- Düşünürler, otoriteye bağlı değildir.
- Hukuk alanında devlet belirleyici unsurdur.
15. Yüzyıl-17. Yüzyıl Felsefesinde Öne Çıkan Görüşler
Hümanizm
- Hümanizm, insanı MS 2-MS 15. yüzyıl felsefesinin dogmatik yaklaşımlarından sıyırıp Antik Yunan felsefesine yönlendiren bir düşünce akımının ürünüdür.
- Bu yönelim, insanı ve evreni yeniden değerlendirme çabası içerir.
- Hümanizm, spesifik bir felsefe okulu olmaktan ziyade, insanı odak noktasına yerleştiren bir düşünce tarzını ifade eder.
- İnsanın merkezde olduğu ve akıl yetilerinin vurgulandığı bir perspektiftir.
- Bu perspektif, yeni bir yaşam anlayışı ve insan ile dünya hakkında felsefi düşünme arzusundan kaynaklanır.
- Hümanizm, ilk kez günümüz İtalya’sında doğmuştur.
- Bu bölgede gerçekleştirilen çeviri çalışmaları ve Antik Yunan düşüncesine dayalı felsefi temeller, bu akımın ortaya çıkışının önemli sebepleri arasındadır.
- Hümanist düşünce akımı, skolastik düşünce biçimini reddetmiştir.
- Bu akım, özellikle kilisenin otoritesine karşı çıkmıştır.
- Bazı hümanist filozoflara göre kilisenin otoritesi ve uygulamaları, insanları temel inançlardan saptırmıştır.
- Bu tür düşünceler, reform hareketlerinin de zeminini hazırlamıştır.
- Hümanizm, özellikle sanat alanında kendini göstermiş ve yeni fikirler sanatsal eserler aracılığıyla ifade edilmeye başlanmıştır.
- Ayrıca, bu dönemle birlikte, MS 2-MS 15. yüzyıl felsefesinde gölgede kalmış olan şüpheci felsefe tekrar ön plana çıkmıştır.
Bilimsel Yöntem
- 15-17. yüzyılların en önemli başarılarından biri bilim alanında gerçekleşmiştir.
- Rönesans, MS 2-15. yüzyıl Hristiyan düşüncesinin biçimlendirdiği bilim anlayışına meydan okumuştur.
- Rönesans düşüncesi, kabul görmüş otoritelerin bilgilerinden ziyade deney, gözlem ve hesaplamaya dayalı bilimsel çalışmalara ağırlık vermiştir.
- Skolastik düşünce ise deney ve gözleme dayanmak yerine, otorite olarak kabul edilen bilgilerle bilimsel açıklamalar yapmaya yönelmiştir.
- 15-17. yüzyıllar, bilim ve bilimsel metodolojinin gelişimine tanıklık eden bir dönemdir.
- Gözlem, kontrollü deneyler, hipotezler ve matematiksel hesaplamalar, bilimin metot kazanmasında önemli rol oynamıştır.
- Gözlem, eski çağlardan beri bilimsel araştırmanın temel bir parçası olmuştur.
- Rönesans döneminde, bilimin metot kazanması, özellikle astronomi ve anatomi alanlarında önemli bilgilerin elde edilmesine olanak tanımıştır.
- Kontrollü deneyler, fizik gibi alanlarda bilimsel hesaplamaların yapılmasını ve geçici açıklama modelleri olan hipotezlerin test edilmesini sağlayan bilimsel araştırmanın kritik bir aşamasıdır.
- Gözlem, kontrollü deneyler ve hipotezlerin ardından yapılan matematiksel hesaplamalar, bilimsel bilginin güvenilirliğinin temelini oluşturmuştur.
- 17. yüzyılın düşünce dünyasında ve modern felsefenin öncü filozoflarından biri olan Francis Bacon, bilginin güç kazandırma potansiyeline vurgu yaparak, doğanın bilgisine ulaşmanın en emin yolunun bilim olduğunu ve bilimsel metodun bu bilgiye erişimde kilit rol oynayabileceğini öne sürmüştür.
- Bacon, bilimsel metodu, aklın bir aracı olarak tanımlamıştır.
Kartezyen Felsefe
- Kartezyen felsefe, Descartes’ın felsefesi olarak bilinir.
- Kesin bilgiye ulaşmayı amaçlayan sistematik bir yaklaşımı temsil eder.
- Bu yaklaşım, her türlü bilgiye şüpheyle yaklaşarak yanılgılardan arınma ve sağlam bir temel oluşturma sürecini içerir.
- Descartes, bilgiler üzerinde şüphe uygulayarak, şüphe edilemeyecek bilgilere ulaşmayı hedefler.
- Bu, sofistlerin mutlak şüphesinden farklı olarak metodik bir şüphedir.
- Kendi üzerinde metodik şüpheyi uygulayan Descartes, her şeyden şüphe edebileceğini ancak şüphe etme eylemini gerçekleştiren kendisinden ve düşünme eyleminden şüphe edemeyeceğini fark eder.
- Bu durumu “Cogito, ergo sum” yani “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözleriyle ifade eder.
- Böylece, insanın akıl yoluyla kesin bilgilere ulaşabileceğini ve bu bilgilere dayanarak edindiği bilgilerin doğruluğunu kanıtlayabileceğini savunur.
- Descartes’ın kartezyen felsefesi, düşünen “ben”i temel alır ve onu özneleştirir.
- Bilginin merkezindeki özne, varlık hakkındaki gerçekleri akıl yoluyla keşfetmeye çalışır.
- Descartes’a göre, varlık alanında iki temel töz bulunur: yaratan töz ve yaratılan tözler.
- Yaratan töz, bağımsız ve her şeyi yaratan sonsuz tözdür.
- Yaratılan tözler ise, birbirinden ayrılamayan iki alt töz olan ve aynı zamanda sonlu olan ruh ve madde tözleridir. Ruh, düşünen ve akla karşılık gelen tözken madde, uzayda yer kaplayan tözdür. Bu şekilde Descartes, düalist bir anlayış benimser.
Hukuk Felsefesi
- Rönesans dönemindeki reform hareketleri, devlet ve hukukla ilgili düşüncelerin yoğunlaşmasına katkıda bulunmuş ve bu süreçte kilisenin siyasi gücü azalmıştır.
- Siyaset alanında, devlet ve hukuk konularında Niccolo Machiavelli ve Thomas Hobbes’un fikirleri büyük önem taşımıştır.
- Machiavelli, İtalya’nın güçlü bir lider tarafından idare edildiğinde ulusal birliğin mümkün olacağını savunur.
- O, liderin mutlak iktidar sahibi olması gerektiğini ve tüm kurumların bu liderin kontrolünde olması gerektiğini vurgular.
- Machiavelli’ye göre, hedefe ulaşmak için her türlü yöntem meşru kabul edilebilir ve lider, bu prensibi benimseyerek devleti yönetmelidir.
- Hobbes, devletin var oluşunun kaçınılmaz olduğunu savunur.
- O, insanların doğal halde eşit olduğunu ve kendi çıkarları doğrultusunda birbirleriyle rekabet ettiğini ifade eder.
- Doğal durumda herkesin her şeye hak iddia ettiğini, ancak çıkar çatışmaları nedeniyle güvenlik sorunlarıyla karşılaştıklarını belirtir.
- Hobbes, herkesin birbirine düşman olduğu bu durumu “Homo homini lupus” yani “İnsan, insanın kurdudur” ifadesiyle tanımlar.
- Can güvenliğinin olmadığı bu ortamda, insanların haklarını bir yöneticiye veya bir gruba devrederek yapay bir devlet düzenine geçtiklerini dile getirir.
- Hobbes’a göre devlet, mutlak bir güçtür ve bu gücün temeli, insanlar arasında yapılan toplumsal sözleşmeden kaynaklanır.
- Bu sözleşme, egemenliğin asıl kaynağıdır.
- 15-17. yüzyıl felsefeleri içerisinde, hukuk felsefesi bağlamında ütopyalarla karşılaşmak mümkündür.
- Ütopya, idealize edilmiş hayali bir devleti ifade eder.
- Bu kavram, ideal yönetim ve toplum modellerinin bu hayali devletlerde tasarlandığı bir düşünce yapısını temsil eder.
- Bu bağlamda Thomas More’un “Ütopya” isimli eseri, hem adını bu tür eserlere vermesi hem de kurguladığı devlet ve toplum yapısıyla dönemin siyasi yapısına yönelik eleştirileri nedeniyle önem taşır.
- More, özel mülkiyetin tüm mutsuzlukların kaynağı olduğunu savunur.
- Eserinde, Ütopya adını verdiği hayali bir ada ülkesi yaratır; bu ülkede özel mülkiyet bulunmaz. Eşitlikçi bir düzenle yönetilen bu adada herkes yeteneklerine göre çalışır. More, yöneticilerin halk tarafından seçilmesi gerektiğini vurgulayarak, demokratik ve sosyal bir devlet modeli önerir.
- Ütopya tarzındaki eserler, insanlık için ideal kabul edilen yaşam biçimlerini ve sistemleri tasvir eder.
- Bu tür eserlerde, insanın değeri ön plandadır ve adalet egemendir.
- Bu eserlerin önemi, daha iyi bir yaşam düzeni oluşturulmasına teorik katkılar sunmasından kaynaklanır.
- T. More’un “Ütopya”sından önce de benzer eserler kaleme alınmıştır.
- Platon’un “Devlet” ve Farabi’nin “El Medinetü’l Fazıla” gibi eserleri, bu türün örneklerindendir.
- İnsanlık tarihi boyunca, ideal yaşam alanları yaratma arzusu sürekli olmuştur.
📚 ÜTOPYALAR
İstenilen Ütopyalar
- Devlet (Platon)
- El Medinetü’l Fazıla (Farabi)
- Ütopya (T. More)
- Güneş Ülkesi (Campanella)
- Yeni Atlantis ( F. Bacon)
İstenmeyen Ütopyalar
- Cesur Yeni Dünya (A. Huxley)
- 1984 (G. Orwell)
- Ütopya türündeki eserler, insanlık için mükemmel toplum düşüncelerini barındırır.
- Bu eserlerde insan onuru ön plandadır ve adalet egemendir.
- Bu tür eserlerin değeri, ideal bir yaşam düzeni oluşturma konusunda zihinsel bir katkı sunmasıdır.
- T. More’un çalışmalarından önce de benzer ütopyalar kaleme alınmıştır.
- Platon’un “Devlet” ve Farabi’nin “El Medinetü’l Fazıla” adlı eserleri bu türün örneklerindendir.
- İnsanlar, tarihin her döneminde mükemmel yaşam alanları yaratma arzusunda olmuşlardır.
- Zamanla, ütopyalar iki farklı kategoriye ayrılmıştır: ideal toplumları tasvir edenler ve distopyaları öngörenler.
- Distopya, aynı zamanda korku ütopyası veya istenmeyen ütopya olarak da adlandırılır. Bu ikinci tür ütopyalar, mevcut siyasi durumun daha da kötüleşeceği varsayımına dayalı toplumsal tasarımları ifade eder.
Bilimsel Çalışmaların 15. Yüzyıl -17. Yüzyıl Felsefesine Etkisi
15 ve 17. yüzyıllar arasındaki felsefi dönem boyunca, Aristoteles’in etkisiyle Ptolemy (Batlamyus) tarafından öne sürülen geosentrik (Dünya merkezli) evren modeli genel kabul görmüştür. Bu modelde, Ay’ın altı ve üstü olarak iki farklı evren kavramı bulunur ve sisteme göre Güneş ile diğer gök cisimlerinin Dünya’nın çevresinde döndüğü dü şünülmüştür.
İkili evren modeline meydan okuyan Kopernik, dünyadaki cisimlerin ve gök cisimlerinin fiziksel özelliklerinin benzer olduğunu savunarak evrenin Dünya merkezli değil, Güneş merkezli olduğunu öne sürmüştür. Kopernik’in bu görüşü, ikili (düalist) evren düşüncesinden tekli (monist) evren anlayışına geçişte önemli bir rol oynamıştır. Bu aynı zamanda insanı merkezine alan yeni bir felsefi bakış açısının ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır.
Francis Bacon, Aristoteles’in “tümdengelim” yöntemine karşıt olarak “tümevarım” yöntemini savunmuştur. Bacon, bilimsel araştırmalarda gözlemlerin toplanıp belirli bir düzene sokulmasının önemine inanmış ve tümevarım yöntemiyle hatalı düşüncelerden kaçınılabileceğini belirtmiştir. Doğru düşünmeyi engelleyen ön yargıları “idoller” olarak adlandıran Bacon, doğru doğa bilgisine ulaşmak için önce bu idollerden sıyrılmak gerektiğini vurgulamıştır. Bu yaklaşımlarıyla bilimsel araştırmaya yeni bir yöntem kazandıran Bacon, aynı zamanda felsefede empirizmin gelişimine de katkıda bulunmuştur.
15. ile 17. yüzyıllar arasında etkin olan Aristoteles’in evren modeline yönelik eleştiriler, Kopernik ile başlayıp Galileo’nun çalışmalarıyla büyük bir ivme kazanarak, Aristotelesçi modeli temelden değiştirmiştir. Galileo, hem felsefe hem de mekanik alanında yaptığı çalışmalarla tanınmıştır. Gözlem ve olgulara dayalı bilimsel çalışmalar yürüten Galileo, doğayı matematiksel bir dil kullanarak açıklamaya da çalışmıştır. Bu yaklaşımıyla, felsefede matematiksel düşünce tarzlarının gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Özellikle Descartes’ın mekanik doğa felsefesi, Galileo’nun bu matematiksel modeline dayanarak şekillenmiştir. Galileo’nun bilimsel katkıları arasında, özellikle “eylemsizlik ilkesi” ve “serbest düşme yasası” öne çıkmaktadır. Bu ilke ve yasalar, cisimlerin hareketine dair kritik anlayışlar sağlamış ve sonrasında Isaac Newton’un hareket yasalarını şekillendirmesine zemin hazırlamıştır.
15. ve 17. yüzyıl felsefi akımlarından esinlenen Newton, “cisimlerin düşüşü” konusunu bilimsel bir perspektifle incelemiş ve “Kütleçekim Kanunu”nu ortaya koymuştur. Newton, cisimlerin hareketlerini açıklayarak, geleneksel felsefenin metafiziksel yaklaşımlarını sorgulamış ve felsefede neden-sonuç ilişkilerine dayalı açıklamaların gelişimine katkıda bulunmuştur. Aynı dönemde yaşayan filozof Leibniz, Newton’un fiziksel ve mekanik evren anlayışını felsefi açıdan ele almış ve bu yaklaşımlar bilim ve felsefeyi derinden etkilemiştir.